Neoliberal “Faydalanma Yaklasimi” vergilemede adaleti; “hizmetin bedelini onu kullanana ödetmek”, Sosyal Demokrat “Ödeme Gücü Yaklasimi” ise verginin “herkesten ödeme gücüne göre” alinmasi olarak tanimlar. Ancak her iki yaklasim da kapitalist devletin sinifsal kimligini gizler ve devletin tarafsiz, siniflar üstü bir örgütlenme oldugu algisini yayginlastirir.
Diger taraftan sinifsal bir bakis açisina sahip olmaksizin vergi adaletini tartismak anlamli degildir. Bu nedenle de tartismaya su sorularla baslamak yerinde olur : “Vergileri hangi sosyal siniflar ödemekte, bu vergilerle finanse edilen kamu harcamalari hangi sosyal siniflara hizmet etmektedir? Yani verginin yükü kimlerin üzerindedir?
VERGI YÜKÜNÜN DAGILIMI
Türkiye’de devlet her yil emekçiler tarafindan yaratilan arti-degerin ortalama üçte birine el koymakta ve bu dolayli ve dolaysiz vergi seklinde olmaktadir. Ancak son tahlilde bu vergiler emekçi siniflardan alinmaktadir. Söyle ki;
1. 2013 yilinda vergilerin yaklasik üçte ikisi ÖTV ve KDV olarak, yani dolayli vergi biçiminde alinacak. Bu vergiler göreli olarak daha adaletsizdirler. Çünkü halkin kullandigi her türlü mal ve hizmet üzerinden alinirlar, genelde bunlarda muafiyet yoktur, artan oranli degildirler, halkin üzerinde kalirlar. Benzin ve sigarada oldugu gibi, düsük gelirliler bu vergilerin yükünü daha agir, yüksek gelirliler daha hafif hissederler. Tüketicilere yansitilirlar, enflasyon arttiginda yükleri de artar. Ayrica Türkiye’de et, süt, egitim, saglikta KDV yüzde 8 olarak belirlenirken pirlanta, elmas gibi kiymetli taslar ve külçe altindan KDV alinmamaktadir.
2. Türkiye’de servet vergisi adi altinda bir vergi yok. Kurumlar Vergisi (KV) ise kurum kâri üzerinden alinmakta, ama yansitabilmektedir. Vergi gelirlerinin beste birini olusturan Gelir Vergisini de (GV) asil ödeyenler ücretliler. Öyle ki kâr payi, faiz ve rant geliri elde eden sermayedarlarin olusturdugu 1 milyon 761 bin mükellef, toplam vergilerin sadece yüzde 1’ini; 705 bin Basit Usule tabi, yani dolmus ve taksi soförü, bakkal, nakliyeci ve pazarci mükellef, sadece binde 1’ini, 660 bin civarinda kurum, sirket (KIT’ler dahil) yüzde 10’unu, buna karsilik ücretliler yüzde 13’ünü ödüyorlar.
Gelir Vergisinin yaklasik üçte ikisinin ücretliler tarafindan ödendigi dikkate alindiginda sadece dolayli vergilerin degil, dolaysiz vergilerin de asil olarak emekçiler tarafindan ödendigini ortaya çikmaktadir.
DOGRU TUTUM
Kisaca kapitalist sistemde, özellikle de emekçilerin kazanimlarinin geri alindigi kemer sikma çaginda, adil vergileme popülist bir ütopyadir. Diger yandan kapitalist sistem içinde yasiyoruz. Bu nedenle de vergilemeye iliskin en azindan kisa dönemde bir tutum gereklidir. Emek örgütlerinin, sosyalistlerin vergileme konusundaki genel ilkesi; halkin, emekçilerin üzerindeki yükü arttiran her türlü düzenlemeye karsi çikmak ve bu yükü azaltan düzenlemeleri desteklemek, savunmak olmalidir. Bu baglamda öncelikle ÖTV, KDV gibi vergilerin kaldirilmasi ve bunlarin yerine servet vergisinin getirilmesi ve üst gelir gruplarinin daha agir vergilendirilmesi talep edilmelidir. Ancak bunu politik olarak hayata geçirmenin zorlugu bir yana, sermayedarlarin yasal yollardan çok sayida vergi kaçamagina sahip olduklari ve bunlardan yararlanmak için nasil bir danismanlar ordusu istihdam ettiklerini de unutmamak gerekir.
Bu nedenle ne kadar vergilendigimiz kadar, kimlerin bizi, ne amaçla vergiledigini sorgulamaliyiz. Bu baglamda uzun dönemde dogru tutum isçiler, emekçiler üzerindeki tüm vergilere karsi çikmaktir. Zenginlerin daha fazla vergilendirilmesini savunarak uzun dönemde isçi sinifinin kapitalistleri yenme sansi yoktur.Hiçbir vergi reformu karsi karsiya oldugumuz gücün sinifsal karakterini degistiremez.
SERMAYE IÇIN VERGIYI AZALTMANIN ÜÇ YOLU
Türkiye’de sermaye kabaca üç yolla vergi yükünü azaltiyor: Vergi kaçirma, vergi aflari, uzlasmalar ve vergi harcamalari. Ücretlilerin vergi kaçirmalari fiilen mümkün degil. Sermayedarlarinki ise GV’de yüzde 234 ve KV’de yüzde 145. Vergi aflariyla sadece vergi cezalari degil, vergi asillarinin bir kismi da affediliyor. Benzer bir af “uzlasma” yoluyla da saglaniyor. GIB’nin raporuna göre uzlasma yoluyla ile vergi aslinin yüzde 92’sinden ve vergi cezalarinin yüzde 99.9’undan vazgeçildi. Son olarak, sermaye geliri elde edenler çok sayida harcama kalemini masraf yazabiliyorlar ve son derece cömert muafiyetler, istisna, vergi indirimi ve ertelemeden yararlanabiliyorlar. Yani sermaye vergisini, vergi kaçirmaktan ziyade, yasal imkânlardan yararlanarak azaltmaktadir (“vergi harcamalari” olarak her yil bütçede yayinlanan muafiyet ve istisnalarin 2013 için bilinen tutari 22.4 milyar lira olacak).
Oysa ücretliler için sadece, ayda 73 lira ile 125 lira arasinda degisen bir vergiyi indirebilme imkâni veren ama net ücret pazarligi nedeniyle fiilen uygulanamayan bir “asgari geçim indirimi” var. Bütçeden yoksullara ve köylülere (daha ziyade büyük çiftçilere) yapilan yardimlar ve destekler ise bütçenin toplamda yüzde 3 ya da 4’ünü ancak buluyor.
Bu vergi politikasi sadece neo-liberal neo-muhafazakâr AKP iktidarinin tercihi degil, ayni zamanda 1980’li yillarin basindan bu yana uygulanan neo-liberal birikim stratejisinin bir parçasi. AKP döneminde bu strateji çok daha hizli ilerletildi; gelir vergisinde basamak sayisi altidan dörde indirildi, ücretliler lehine olan 5 puan indiriminden vazgeçilirken, ‘Özel Indirim’e son verilerek “asgari geçim indirimi” uygulamasina geçildi ve “Nereden buldun” uygulamasina son verildi.
VERGI YÜKÜ ÜCRETLIDE YÜZDE 70
Bu gelismeler sonucunda Türkiye dünyanin en adaletsiz vergi sistemine sahip ülkelerinden biri oldu. Öyle ki bir asgari ücretlinin vergi yükü yüzde 70’i bulurken, kâr payi elde eden bir sermayedarin vergi yükü sadece yüzde 26 civarinda. Kurumlar vergisi orani resmen yüzde 20 olmasina ragmen büyük bankalar ve büyük sirketlerin efektif vergi yükü sadece binde 8 ile (Arçelik) ile yüzde 3 (T. Is Bankasi) arasinda degisiyor. Kisaca, Türkiye’de bir asgari ücretliden yilda ortalama 5000 TL civarinda bir kesinti yapilirken, esnafin yillik ortalama vergisi 400 lira, sermaye geliri elde edenlerinki ise ortalama 1676 lira.
Diger yandan vergilerin adil olarak alinmasi adaletsizligi bütünüyle ortadan kaldirmaz. Çünkü bu vergilerin nerelere harcandigi da son derece önemli. Basta savas harcamalari olmak üzere iç ve dis güvenlik harcamasi adi altinda içerdeki ve disardaki savasi sürdürmek için yapilan harcamalardan, sermaye sübvansiyonlari ve tesviklerden sermaye sinifi ve sistemin egemenleri yararlanmaktadir. Bu nedenle de vergiler örnegin ödeme gücü ilkesiyle uyumlu olarak, adil(!) bir biçimde alinsa da kamu harcamalari adil dagilmiyorsa vergi adaletinden söz edilemez.
Ayrica sermayedarlar kendi yarattiklari degerlerden mi vergi ödeyerek bu fedakârliga ya da yüke katlanmaktadirlar? Bu konuda burjuva ana akimin disinda bir bakisa ihtiyaç var. Bu bakis açisina göre, verginin kaynagi arti degerdir ve ana akimin her iki kanadi da vergilerin emek gücü tarafindan yaratilan arti deger üzerinden alindigi ve vergilemenin emek üzerinden gerçeklestirilen bir soygun oldugu gerçegini gizlemektedir.Yani kâr üzerinden alinan kurumlar vergisi ve/veya kâr dagitimi sirasinda alinan gelir vergisi aslinda, kapitalistin isçiden gasp ettiginin devlet ile paylasilmis kismidir. Bu bakis açisiyla ‘adil vergileme’ söyleminin böyle bir arti deger sömürüsünü gizlemeye yaradigi ileri sürülebilir. (Ankara/EVRENSEL)
Doç. Dr., Gazi Üniversitesi Maliye Bölümü Ögretim Üyesi