Türkiye’nin demokrasisi, LPG’li arabalari andiriyor. Araba mi, araba; yürüyor mu yürüyor; ayagini yerden kesiyor mu, kesiyor. Ancak kapali otoparka almiyorlar. Güvenli degil çünkü. Hiç kimse kapali alanda kendi arabasinin yaninda olsun istemiyor. Kapida kontrol edip “kusura bakmayin” diyorlar. Kimisi zorla sokmaya çalisiyor ama kabul ettiremiyor. Bir de dalga geçiliyor üstelik “tüplü araba” diyerek. Istediginiz kadar anlatmaya çalisin, “tüp degil, LPG”, hiç faydasi yok.
Üzerinde yasadigimiz topraklar, dünyanin en eski yazili anayasa ve hukuk gelenegine sahip yerlerinden biri. Ruslar mesrutiyete geçmeden uzun yillar önce Osmanli, iyi kötü bir anayasa hazirlayip monarsiyi sarta bagliyor; Kanun-u Esasi ile. Öncesinde hazirlanan Mecelle’yi bugün hâlâ uygulayan ülkeler var. Islam referansli çok saglam bir özel hukuk mantigi var çünkü. 1908’de, 1920’lerde yapilan isler müthis. Örnegin bir savas, tümüyle yeni mevzuat yaratilarak sürdürülüyor. Yerel kongreler ve savas anayasasi yapiliyor. Demokrasinin, parlamenter sistemin besigi olan Ingiltere, “esit oya” (1948) geçtikten yalnizca bir iki yil sonra Türkiye, YSK’yi kurup dünya üzerinde seçimlerin hem denetimini hem gözetimini yargiçlardan olusan bir kurula birakan ilk ülke oluyor. Kurulusundan gelisimine ve bugüne dek can yakici sorunlarini hali altina süpürerek, yurttasina aci çektirerek halletmeye çalisan bir Cumhuriyet bu. Bugün yasadigi acilar, sikintilar yüz yillik siyasal çekismenin, hesaplasmalarin (daha dogrusu hesaplasamamanin) ürünü. Ancak tüm gerçekler, bu topraklarin hukuk, anayasa vs. konularindaki gelenegini yok saymaya gerekçe degil. O kadar da azimsanacak bir toprakta yasamiyoruz. Ama iste, LPG’li arabalar gibi, ülke düzeni ne yurttasina ne disariya güven veriyor. Bakalim Ingiltere’ye, Fransa’ya, ABD’ye. Demokrasinin vatanlarina. Pek çok sorunla bogusuyorlar ancak demokrasi algisi, kurumlarin oturmuslugu, karar alma mekanizmalari, muhalefete ve yargiya bakislari tümüyle farkli. Örnegin Ingiltere, bir yasayla, yaklasik 80 yil önce muhalefeti “resmi” hale getiriyor, liderini maasa bagliyor ki muhalefet “görev” olsun. Fransa ve ABD siyasetçisi, ne kadar tepki çekerse çeksin anayasa mahkemesine küfretmiyor, örnegin. Hazmetmeye çalisiyor. Saçmasapan bir yasa Fransiz Anayasa Konseyi önüne gittiginde Sarkozy memnuniyetsizlik ifade ediyor ama “vay efendim, millet egemenligine ortak mi getiriyorsunuz, höhöyt!” demeyi aklindan dahi geçirmiyor. Tüm Sarkozyligine ragmen. Sonsuz sayida örnek var; demokrasi algilari arasindaki farklara dair.
2012 Türkiye
Çok uzadi! Türkiye, benzer kurumlara sahip olmasina karsin, 2012’de, hâlâ yazmasi engellenmeye çalisilan basin mensuplariyla mesgul. Neymis efendim, patronlar çekiniyormus, hükümet yipraniyormus vs. Peki hiç mi ilke sahibi patron kalmadi gerçekten? Hep mi bu kadar ilkesizdiler. Cevap “evet” ise , neden hep böyleydiler? Birakin ifade hürriyetini, hukuk devletini vs. Birakin uluslararasi hukuk ilkelerini. Iktidarin canini sikan bir seyler yazan gazetecilerden, onlara yazdirilmamasindan ve otosansürden söz ediyoruz. Yani çok basit, en basit islerden bahsediyoruz. Onlar safdisi birakilirken ellerini ovusturan meslektaslarindan, sevinenlerden, laf olsun diye isimlerini ananlardan söz ediyoruz. Onlari muhtelif sorusturmalarla baglantilandirmak için canhiras çaba harcayanlardan söz ediyoruz.
Muhabirler vs. ya bedava ya da üç kurusa çalisirken müthis ücretlerle köse yazip hiç utanmadan esitlikten vs. söz eden genis basenli duayenlerin, bu kez de haksizliga ugrayan yani basindaki insanlara sahip çikmayisindan söz ediyoruz. Hadi akademiyi anladik, hep bir ilke/onur sorunu vardi. Ismail Besikçi, ezcümle “Türkiye’de Kürt var” dedigi için yaklasik 17 yil cezaevinde kaldi ve disaridakilerin çogu, izledi. 12 Eylül’de insanlar islerinden atilirken, kalanlarin bir kismi, izledi. Kutlama yapti. Yönetici oldu vs. Akademinin hali zaten harap.
Peki hani basin özgürlük pesindeydi? Ahmet Sik’in kitabinin basina geleni engellemek için gerekli hukuksal önlem, 1909’da alinmisti zaten. 102 yil sonra, olacak is mi? Anladik, sermaye hep böyleydi, patronlar hep böyleydi, akademi hep böyleydi, yargi hep böyleydi vs. Peki yurttas onuru hep böyle olmak zorunda mi? Yahu, insan haysiyeti de hep vardi; ne oldu, tedavülden mi kalkti? Bunun yaniti, “aman canim bu isler hep böyleydi” olabilir mi? Nasil olur da insanlar, meslektaslarini ihbar eder? Bunu, nasil böyle açikça, fütursuzca yapar? Isinden atilana nasil sevinir? Bunu yapanlari, kendilerinden baska kim ciddiye alir bu hayatta?
2012’de baskiya ugrayanlarin, Ece Temelkuran, Nuray Mert, Banu Güven gibi, saglikli bir demokraside kendine özgü üsluplariyla, dürüstlükleriyle taninacak ama hiç de “ifade hürriyeti kahramani” olmayacak insanlar olusu, çok vahim degil mi? Ingiliz Basbakani’nin bir seçim konusmasinda, gazetecileri hedef aldigini, onlara “namert” dedigini hayal edebilir misiniz? Fransa’da bazi bakanlarin, kendi memleketlerinin Kürtlerini sabah aksam asagiladigini, hedef gösterdigini bir düsünün. ABD’de bir grup Kongre üyesinin açlik grevine basladigini ve bunun konu bile olamadigini hayal edin. Kim bu ayrimlarin yalnizca mevzuat farkindan kaynaklandigini iddia eder? Türkiye AIHS’ye imza atali onlarca yil geçmedi mi? Olmuyor ama, bir türlü olamiyor. Hiçbir anayasadan memnun kalmadi Türkler. Bu bir rastlanti mi? Yoksa çok çilginlar da kaplarina mi sigamiyorlar?
Bu yaziyi, Nuray Mert yazilari üzerine yazacaktim ama olmadi! Çogu yazisini begendigim, tutarli buldugum bir yazar Mert. Ama iki yazidan söz etmek özellikle önemli benim için. Biri, yillar önce Cogito’da çikan ve özgürlükçü oldugunu düsündügüm “laiklik” yazisi. Digeri, dosyamda sakladigim bir sosyal devlet yazisi. Saklama nedenim, yazinin, “özellestirmeleri ne kadar savunur, sosyal devlet önlemlerini ne kadar lüzumsuz bulursan o kadar solcu olursun!” duygusunun yaratildigi bir dönemde, Ingiltere’deki demiryolu özellestirmesinin nasil çuvalladigini ve devletlestirmenin basladigini anlatmasiydi. Her neyse, Mert nasil olsa yine yazar çizer, TV’lere de çikar. Sorun, 2012’de bunlarin tartisilmasi; “acep Islamcilarin hangi kanadi galip gelecek?” diye meraklanilan LPG’li demokrasimizde.
Kirmizi çizgi fetisistleri, ilk üç maddeye, ikinci maddedeki ilkelere yapisip kalmaktan yana. Oysa Türkiye, insan haklarina saygisiz, sosyal önlemleri umursamayan, hukuk devletine rahmet okuyan, kesinlikle laik ve demokratik olmayan bir ülke. Aman degismesin ilk üç madde, tursusunu kurarsiniz!
MURAT SEVINÇ: Ankara Üni., SBF