Bu manzara örgütlendi ve Türkiye`nin görmesi istendi

Bu manzara örgütlendi ve Türkiye`nin görmesi istendi

ISTANBUL BAGIMSIZ MILLETVEKILI LEVENT TÜZEL:

Halklarin Demokratik Kongresi’nin (HDK) Karadeniz gezisi, Sinop ve Samsun’da yasanan saldiri ve linç girisimleri nedeniyle tamamlanamadi. Irkçi ve milliyetçi gösteriler Türkiye gündeminin ilk siralarinda yer alsa da, tartismalar saldirilarin arka planindan çok HDK heyetinin amacina yöneldi. Peki, Sinop ve Samsun’da ne yasandi? Provokasyonlar nasil örgütlendi? Gezi yarida kesilerek geri adim mi atilmis oldu? Yanitlar için heyette yer alan Istanbul Milletvekili Levent Tüzel’le bulustuk.

AKP’nin de içinde oldugu devletçi, inkârci ve savasçi politikalarin, Sinop ve Samsun’da yasanan provokasyonlara zemin hazirladigini belirten Tüzel, “Karsimiza kiskirtilmis bir grubun çikartilmasinin arkasinda Karadeniz’in özgünlügünü aramamak lazim. Çünkü ayni tablo çok kolaylikla baska bir yerde de olabilir, is ki istensin” diyor. Cumartesi günü ikincisi gerçeklestirilen Imrali görüsmelerine de deginen Tüzel, “Kim gidecek?”, “Ne konusuldu?” diye izleyen pozisyondan çikilmasi, gerçek bir barisin kurulmasi için genis bir cephede mücadele edilmesi gerektigini söylüyor.

Karadeniz ziyaretiniz baslamadan önce yerel gazetelerdeki kimi provokatif haberlerden, dagitilan bildirilerden haberdar olmustunuz. Isin linç girisimlerine kadar varacagini düsünmüs müydünüz?

Tabii ki protesto adi altinda bir takim provokatif saldirgan gösterici gruplarin olabilecegini ön gördük. Zaten söylediginiz gibi bir hafta, on gün öncesinde baslayan yayinlar, dagitilan bildiriler, yerel gazetelerde ülkücü, milliyetçi kurumlarin yöneticilerinin, belediye baskanlarinin verdigi demeçler bunu isaret ediyordu. Ama ondan öncesinde su var, HDK seçimlerden bu yana yani yaklasik iki yildir Türkiye’nin her yaninda örgütlenme çalismasi içinde. Dolayisiyla Ege’de, Trakya’da veya baskaca Anadolu kentlerinde oldugu gibi, Karadeniz’de de bilesenlerimiz, meclislerimiz var. Dolayisiyla Karadeniz gezimizle amacimiz sadece HDK’nin baris kampanyasini anlatmak degil, emekçilere dönük saldirilarin, çay, findik üreticilerinin sorunlarinin, kurulmak istenen termik santrallerin, is cinayetlerinin, kentsel dönüsümün yani HDK’nin gündemindeki birçok konunun da hem görülmesini, hem de HDK’nin ne yapmak istediginin anlasilmasini saglamakti.

Sermaye basininda olaylar degerlendirilirken gezinizin amaci degil zamanlamasi öne çikarildi, hatta “gergin havayi dikkate almadilar” gibi bir yaklasim sergilendi. Öncelikle “uygun zaman degildi” yorumuna yanitiniz ne?

Evet, zamanlama meselesi çok çekistiriliyor. Amacimizi, iyi seyler yapmayi düsündügümüzü savunanlar dahi, iste “biraz daha bekleseydiniz, baris süreci biraz daha yol alsaydi” ya da “AKP’nin Kürt vekilleri önce gitseydi” gibi yaklasimlarda bulundu. Karadeniz gezimiz iki ay öncesinden belirlenmisti. Ama daha da önemlisi, hükümet ya da baskaca siyasi aktörlerin programlari dogrultusunda hareket edecek degiliz. Bizim bagimsiz bir çalismamiz var ve biz baris olacaksa AKP’ye ragmen olacak, halkin bu meseleyi sahiplenmesiyle olacak demisiz. Dolayisiyla, konusulacaksa bu dönemde konusmak en dogrusuydu. Bir diger nokta, gezimiz “BDP’nin Karadeniz yürüyüsü” diye islendi. BDP de bunu yapabilir elbette ancak bu BDP’nin de bileseni oldugu daha büyük, daha genis bir örgütlenme olan HDK’nin bir çalismasiydi. Karadeniz, ülkemizdeki savasin sonuçlarini agir yasayan ve üzerinde en çok tahrip edici propaganda ve siyaset yürütülmüs bir bölge. Ancak bizim karsimiza kiskirtilmis bir grubun çikartilmasinin, bunun tertiplenmesinin arkasinda Karadeniz’in özgünlügünü aramamak lazim. Çünkü ayni tablo çok kolaylikla baska bir yerde de olabilir. Is ki bu istensin!

Gezi baslamadan veya ilk duraginiz olan Çorum’dayken Sinop valisi veya emniyetinden “gelmeyin” gibi bir uyari/telkin oldu mu?

Hayir, öyle bir sey olmadi. Aksine Sinop Valisi ile telefon görüsmemizde “ben burada olamayacagim kusura bakmayin ama her türlü tedbir alinmistir” gibi bir konusma yaptik. Kaldi ki gezimizin bütünü açisindan Içisleri Bakanligi, gerekli tedbirlerin alinmasi için gezi duraklarindaki emniyet müdürlüklerine yazi gönderdi. Bunu Bakan da bizzat söylemisti.

Ancak bu olmadi?

Olmadi. Biz söyle diyorduk, “devlet istemedigi sürece bir provokasyon olmaz.” Nihayetinde dedigimiz de çikti. Yani Sinop’ta da, Samsun’da da, ama belki Samsun’la Sinop’u su açidan ayirmak gerekiyor. Samsun’da, Sinop’takine benzer bir tablo yasanmamasi, dolayisiyla hükümete yönelik suçlamalarin önüne geçmek için daha tedbirli davranildi. Ama orada da provokatif güruhun yaptigi saldirganlik var tabii. Sonuç olarak, her iki sehirde de irkçi provokasyonlar daha basindan engellenebilir, daha basindan dagitilabilirdi. Ancak bu yapilmadigi gibi, “yapmayin etmeyin çocuklar”in ötesinde bir sey olmadi. Zamaninda AKP, CHP, MHP gibi partilerde yöneticilik yapmis sahsiyetler de o gençlerin içerisinde, onlara yön veriyorlardi. Içlerinden birinin söyle bir konusma yaptigi söyleniyor; “Siz sakin olun, aksam buradan polis çekilecek, bunlar bize teslim edilecek.” Böylesi bir atmosferde geçen bir 8-9 saat...

Ögretmenevindeyken Içisleri Bakani veya hükümetten yetkililerle görüsebildiniz mi?

Görüsüldü ama Içisleri Bakanligi zaten her seyden haberdardi. Bu manzara örgütlendi diye düsünüyorum. Yani bu bize yasatilmak istendi ve bu manzarayi Türkiye’nin görmesi istendi. Burada kontrollü bir provokasyon tertip edildi.

Ama kontrol edilemeyebilirdi, böyle bir ihtimal de vardi…

Evet, böyle bir ihtimal de vardi.

Sonuç olarak Sinop’taki manzara sizi geziyi sürdürmekten alikoymadi ve Samsun’a gitme kararini verdiniz. Neden devam etmek istediniz?

Devam ettik çünkü gezimize o asamada son vermek, arkadaslarimizin bundan sonra sürdürecekleri çalismalar açisindan bu çeteci gruplara, fasist çevrelere prim vermek anlamina gelecekti. Bu nedenle Samsun’a gitmeliyiz ve Samsun’daki gelismeleri izledikten sonra karar vermeliyiz dedik. Ve Samsun’a zirhli araçlar içinde getirildik. Ki içinde bulundugumuz zirhli araçlar da taslandi. Yani bu yasatilmak istendi bize. Sonuç olarak Samsun’da da sabah saatlerinden, bizim ayrildigimiz aksam saatlerine kadar ayni manzara devam etti. Biz de bir degerlendirme yaparak, gezimizi ertelemeye karar verdik.

Erteleme karariniz için “geri adim attilar” degerlendirmeleri yapildi. Erteleme bir geri adim midir?

Kesinlikle degildir. Erteleme kararini aldik, çünkü provokasyonlar nedeniyle Samsun’da ziyaret etmeyi istedigimiz yerlere gidemedik. Bu gösterici gruplar, onlarin olusturdugu barikat ve polis gölgesinde bu çalismanin yapilmasinin mümkün olmayacagini gördük. Sehirde yaratilan ve ucu açik birakilan ortam nedeniyle programimizi hayata geçirmemiz mümkün olmadi. Samsun’dan sonraki durak Trabzon’du. Oradan gelen haberler de benzer hazirliklarin oldugu seklindeydi. Bu sekilde devam etmenin, gezimizin amacini gerçeklestirmeye izin vermeyecegini görerek ziyaretimizi erteledik. Yani, bu geziden vazgeçilmis degil. Tek bekletici neden su olabilir; Sinop ve Samsun’da olan bitenin aydinlatilmasi, provokasyonu tezgâhlayanlarin Türkiye kamuoyu tarafindan daha net görülmesinin saglanmasi. Bu yapildiginda böyle kiskirtmalar içinde olan ya da buna göz yuman güçler bunu tertipleyecek bir destegi bulamayacaktir.


AKP GEZIMIZI SIYASI RANTA DÖNÜSTÜRMEK ISTEDI

Hükümet de provokasyon girisimlerinden haberdardi süphesiz ama engellemedi. Neden?

Hükümet bu süreci tümüyle kendi kontrolünde yürütmek istiyor. Baris ve demokrasinin asil talepkari olan halk güçlerinin bu süreçte belirleyici olmasini istemiyor. Gezimiz de bu çerçevede bir siyasi ranta dönüstürülmek istendi. AKP hükümeti, CHP, MHP gibi sürece açiktan muhalefet eden güçlere karsi da bir söylem üretmeye firsat buldu. Ama ayni politika Sinop ve Samsun’daki AKP’li yöneticiler tarafindan da yürütülüyordu. Sonuç itibariyle bu irkçi, milliyetçi, Türkçü, fasist söylem ve organizasyonlar AKP’nin de içinde oldugu devletçi, inkârci ve savasçi politikalarin eseriydi. Bugün bu politikanin yürütücüleri de, adi ister derin devlet olsun, ister gladyo veya özel harp olsun bu yapi, geziyi kullanarak bu gençleri motive ve organize etme kabiliyeti gösterdi. Ve bu tablo, bugünkü siyasi iktidarin izledigi politika ve söylemlerden bagimsiz degil. Bizatihi onun eseri. Ayni politika Kiliçdaroglu ve Bahçeli tarafindan da sürdürülmekte. Dolayisiyla bugün bu tablonun olusmasinda sorumluluklari ortak.

Erdogan’in grup toplantisindaki ifadeleri, “Basbakan BDP’li vekillere sahip çikti” seklinde yorumlandi. Oysa Basbakan “BDP’li bile olsalar” diyerek genel degersizlestirme dilini korudu. Bu dil, Sinop ve Samsun’daki gibi kalkismalari cesaretlendirmis hatta mesrulastirmis olmuyor mu?

Kesinlikle. BDP’yi düsmanlastirici bir tutumla “terörün uzantisi”, “meclisteki temsilcisi” gibi söylemleri olan Basbakan’in o gencin davranisini yadirgamamasi lazim.


BAKAN DEGISINCE DESPOTIK YAPI DEGISMIYOR

Içisleri Bakani Muammer Güler bir gazeteye verdigi demeçte “Incelemelerimize göre büyük bir ihmal görünmüyor. BDP’li milletvekillerine, Türkiye’nin genel psikolojisine yaklasimda daha sagduyulu bir tutum sergilemelerini tavsiye ediyorum” dedi…
Içisleri Bakani müfettis görevlendirdigini falan söylüyor ama meseleye siyasi boyutlariyla, sonuçlariyla ve nedenleriyle degil, savusturma mantigiyla polisiye olay muamelesiyle yaklasiyor.

Inceleme sonucunu beklemeden, “ihmal görünmüyor” demesini nasil yorumluyorsunuz?

Dört milletvekili ve beraberindeki heyetin can güvenliklerinin nasil bir ortamda tehdit edildigi görülmesin isteniyor. Bu karsisindakinin düsüncesine saygi gösterme kültürüyle veya protesto etme hakkiyla da açiklanabilir degil. Bu isler nasil tezgâhlandi, kimin rolü vardi, kimler çekip çevirdi? Bunun polisiye yönüyle bile açiga çikarilmasi önemlidir. Ama bu yapilir mi dersiniz, zannetmiyorum.

Idris Naim Sahin’in Içisleri Bakanligi’ndan alinmasi Basbakan’in iyi niyetinin bir göstergesi olarak sunuldu. Muammer Güler’in Karadeniz’de yasanan olaylar karsisindaki tutumuna bakarak, “Sahin gitti ama fikri Bakanlikta” diyebilir miyiz?

Idris Naim Sahin’in nev-i sahsina münhasir özellikleri olsa da sonuç olarak bir siyasi düsüncenin oradaki görevlisiydi. Ortada bir devlet akli var, bu devlet akli Idris Naim’i nasil yetistiriyorsa, Muammer Güler’i de öyle yetistiriyor. Dolayisiyla kisilerin karakterlerinden, bagimsiz olarak devlet akli devrede. Bakan degistirmek, Karadenizli veya Mardinli birisini bakan yapmak, Içisleri Bakanligi’nin islevini, o baskici despotik yapisini degistirmiyor. Muammer Güler de degistirmeyecek.


SÜRECE SEYIRCI DEGIL MÜDAHIL OLMALIYIZ

PKK lideri Abdullah Öcalan’la 4 Ocaktan bu yana yapilamayan ikinci görüsme, söylesimiz yayinlandiginda gerçeklesmis olacak. Sürecin bundan sonraki seyrine iliskin ne söylersiniz?

Görüsmeler, çatismalarin durmasini saglamasi açisindan önemli elbette ama “Kim gidecek?”, “Ne konusuldu?” gibi bir bekleyen, dinleyen, bir seyircilik durumu olmamasi lazim. Öcalan’in ne söyleyecegi bilinmez seyler degil. Üç tane protokol var ortada. 14 Temmuz 2011’de Basbakan tarafindan reddedilmis protokoller var. Burada isin gelip baglandigi nokta bence su; baris süreci, sadece hükümetin niyetine birakilmamalidir. Demokrasiye, esit haklara, kardeslige, ortak yasama ihtiyaç duyan halk güçleri olarak, genis bir cepheden mücadeleyi sürdürmemiz gerekiyor. Yani, bir taraftan hak talep eden kesimleri en aza razi etmek ve onlari yenmek saikiyle hareket eden bir siyasi iktidarla; diger yandan provokatif çeteleri besleyen ve “bölünmeyelim” adina “savasalim, vuralim kiralim, yakalim” diyen milliyetçi soven güçlerle mücadeleyi sürdürmemiz gerekiyor. Söylesi yaklasimlar da oluyor, “ölü gözünden yas mi bekliyoruz?” Böyle degil. Siyasette hiçbir sey durdugu sekilde gelismiyor. Yani AKP’nin yenmek, tasfiye etmek, en aza razi etmek, diktatörlügü güçlendirmek gibi niyetlerini, onun karsisinda mücadele eden güçlerin terse çevirmesi mümkün ve biz böyle bir islevle meseleye yaklasmak zorundayiz.

Demokrasi güçlerinin barisin kurulmasindaki rolü önemli ama bu rol karsiligini buluyor mu?

Karsiligini tam olarak buldugu söylenemez. Evet, toplumda genel olarak güçlü bir baris istegi var. Ama bunun siyasi arenada örgütlü ve mücadeleci bir hak arayisi olarak hükümetin karsisina çikartilmasi zayif. Hükümetin gerçek anlamiyla sorunu çözüme dönüstürecek bir yaklasim içerisinde olmayisi, bunu bir siyasi istismar konusu, bir seçim üstünlügü meselesi olarak ve halki etkileme, kendi yanina çekme, yedekleme, Kürt hareketini ve onlarla birlikte hareket edenlerin birligini bozma gibi siyasallarla ele almasi, bu sürecin zorluklarindan biri. Bir diger zorluk, asil üretici gücü olan isçi ve emekçi siniflarin örgütlü güçlerinin, basta sendikalar olmak üzere onlarin bu konudaki tutumlarindaki gerilikler, sürecin isçi sinifindan mücadeleci ve müdahale eden bir destek görmeyisi. Yoksa herkes gençler ölmesin, bu sorun çözülsün ister. Ama bunu böyle demis olmak degistirici ve yeniden düzenleyici bir rol oynamiyor.


LEVENT TÜZEL

AVUKAT; Istanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Serbest avukat olarak çalisti. Insan Haklari Dernegi Istanbul Subesi Yönetim Kurulu Üyeligi ve Çagdas Hukukçular Dernegi Istanbul Sube Baskanligi yapti. 1996 yilinda kurulan Emek Partisi’nin kurucu Genel Baskani oldu ve 2011 yilina kadar EMEP Genel Baskanligi görevini yürüttü. 2011’de Istanbul’dan milletvekili olarak seçildi.