DÜSTÜGÜN YERDEN KALKACAKSIN

DÜSTÜGÜN YERDEN KALKACAKSIN

Düstügün yer burasi. Cennetin asudeliginden dünyanin kesafetine, karmasasina, maddiligine, perdeliligine düstün. Kalbin cennetinden kopuk aklin kiskacina sikistin. Ruhun cennetinden gövdenin batakligina saplandin.

 

 

 

 

DÜSTÜGÜN YERDEN KALKACAKSIN

 

Düstügün yer burasi. Cennetin asudeliginden dünyanin kesafetine, karmasasina, maddiligine, perdeliligine düstün. Kalbin cennetinden kopuk aklin kiskacina sikistin. Ruhun cennetinden gövdenin batakligina saplandin.

 

Düstügün yer burasi ve yükselisin yine buradan olacak. Bunun için önce gözündeki perdeleri aralayip ‘hayret’e uyanman gerek. Hayret’e uyanmak için önce varliga, varolusa, esyaya, olaylara, hayata, insanlara, agaca, kusa, suya, toz tanesine alisildik, bayat gözlerle, bilimin kafani ve gönlünü buzdolabina koyan dondurucu tanimlariyla bakmaman gerek. Eskiler buna ‘ülfet ve ünsiyet’ diyorlar dostum.

 

Hadi o zaman Ülfeti kir, hayreti kusan, düsünerek düstügün yerden yükselmenin düsünü gör Düsünmek, düstügün yerin farkina varip düsmeden önceki yerinin düsünü görmek demektir.

 

Yüksel ki yerin bu yer degildir
Dünyaya gelmek hüner degildir

 

HAYATA DOKUNAN ÖYKÜLER

“Öyküler neye öykünür? Neyi isaretler, neye dairdir öyküler?” diye sorsam, bunun muhtemel cevabi söyle olurdu herhalde: Öykü hayati, hayatin ta kendisini öykünür. Hayattandir ama hayat degildir, insan olmanin en derin sularindan süzülüp gelir, gelirken geçtigi yerlerin kokusunu, tuzunu, tozunu beraberinde getirir ama yine de kaynaktaki haliyle ayni degildir.


Dolayisiyla öykü okumak, hayati ve insani dogala özdes haliyle, evirip çevirmeden, en yalin sekliyle okumaktir çogu kere.

 

Belki binlerce öykü, hikaye, mesel, masal okudum bu çalismayi hazirlarken. Bunun en basta benim düsünce ve hayal hamuruma muazzam katkilari oldugunu bizzat gördüm. Yüzyillar boyunca halk irfaninin bu öykü, mesel ve hikayeler yoluyla tasindigini, hikayelerle, öykülerle düsünmenin insanda ayri bir bilgelik insa ettigini bir daha kavramak olaganüstüydü dogrusu. Iyice anladim ki insanlara (ve sik sik kendine) saatlerce teorik ve teknik terimlerle konusmak yerine bir öykü anlatmak, bir temsil getirmek, bir nükte yapmak yeterli olabilmektedir. O vakit düsündüm ki bilgelik, erdem, anlam, anlasmak her zaman yüce daglarin basinda bir mor isik halesi seklinde belirmez: Çogu kere o yüce dagin eteklerindeki küçük, mütevazi bir çakil tasinin bagrinda uyuklamaktadir.

 

Öykü okuyabilene, mesel söyleyebilene,
”Hayata Dokunabilene” ne mutlu…

 

...Yazarimizin yazi basliklariyla olan kitaplari Timas ve Hayat yayinlari arasinda bulunabilir...