Tarih: 10.01.2012 09:30

Istiyorlar ki insanlarin kafasi çalismasin!

Facebook Twitter Linked-in

Bazi kareleri ne yapsaniz unutamazsiniz. Bu kare bir filmden olsa bile... Zannetmiyorum ki Atif Yilmaz imzali ‘Selvi Boylum Al Yazmalim’i izleyen biri, filmin sonunda Türkân Soray’in o arada kalmisligini, Kadir Inanir’in çaresiz, Ahmet Mekin’in ise “Ya giderse?” bakislarini unutsun. Gariptir, hafizalarimiza kazinan o filmini tam 35 yil sonra izlemis Ahmet Mekin. 
Ömrünün tam 55 yilini setlerde geçirmis, 120’ye yakin filmde rol almis, en sevdigi filminin hangisi olduguna bile karar veremiyor. Kanal D’de yayimlanan ‘Kayip Sehir’ dizisinde evin büyügü Ismail Dede’yi canlandiran Mekin’i sette ziyaret ettik, geçmisten bugüne uzandik. Kendi adima, bir illüzyonun gerçege dönüsmesiydi bu bulusma. Ama yine de sohbet ederken sik sik ‘Selvi Boylum Al Yazmalim’daki hali gözümün önüne gelirken buldum kendimi... Sizi sohbetimize buyur etmeden önce bir yanlisi düzelteyim: Ahmet Mekin’in soyadi internette sikça yazildigi gibi Kurtdereli degil, Kurdeli. Soyadi olarak kullandigi Mekin ise ikinci ismi... 
Ekrana ‘Kayip Sehir’le döndünüz. 
Evet, bir göç hikâyesi. Çokça yapilmis bir hikâye göç fakat yapilmayan yönleriyle yeniden, yeniden, yeniden yapilabilir. Her göçün ayri bir hikâyesi vardir. ‘Kayip Sehir’de hikâye çok güzel akiyor, ekip çok iyi, çok sevdim hepsini. Senaristler, yönetmen, çalisan diger arkadaslar, oyuncular hepsi çok basarili. 
Ismail Dede olarak izliyoruz sizi, sevdiniz mi karakterinizi? 
Onu bilhassa sevdim, beni hiç yormuyor. Benim için önemliydi bu. 
Yillar öncesine gitsek, setteki ilk gününüzü hatirliyor musunuz? 
Ilk filmimin adi ‘Mahsere Kadar’di, 1956 ya da 57’de çekmistim. Bizim eski Yesilçam, çok daha baskaydi, o günkü kosullarda bayagi ilkeldi ama isi, zevki ve disipliniyle çok güzeldi. 
Bugün neler degismis setlerde? 
Bu günlerle o günleri kiyaslamak mümkün degil. Araçlar, gereçler, kameralar, isiklar, her sey baska, bizim dönemde çok ilkeldi bunlar, büyük bir gelisme var. Daha kalabalik ekiplerden olusuyor setler, çalisma tempolari hizlandi. Ama eskinin o dogalligi, ilkelligi ayri bir güzellikti. 
Kariyerinizde agirlik hep sinemada. Dizi çekmeyi çok sevmiyormussunuz sanirim. 
Dizi setinde hizli ve çok zaman alan bir tempo var. Günde 16-18 saat çalisildigi oluyor, insani yoruyor bu. Tabii simdi alistigimiz sistem böyle degil. Bu sene, ‘Umut Üzümleri’ diye bir film çektim, hatta Altin Portakal ’a da aday bildigim kadariyla. 2.5 ay sürdü çekimler ve film 90 dakika. Hesap edin, burada (dizi setinde) 4-5 günde bir bölüm çekiyorsunuz. O da 90 dakika, bu da… Sevmemek degil de o tempoya uymamak söz konusu. Sonra, tiyatrocu olmadigim halde iki defa da profesyonel tiyatro yaptim ben. 1972’de Genco Erkal’la Abdülcanbaz’i oynadim, bir de Dormen ve Engin Cezar’larla ortak bir prodüksiyonda Güngör Dilmen’in yazdigi ‘Ittihat ve Terakki’de oynadim. Ama onun disinda hep sinema yaptim. 
“Nerede o eski Yesilçam?” diyor musunuz? 
Hayir, her devrin kendi sinemasi var ve her sanat dali gibi sinema da ileri gitmek zorunda. Yesilçam’da o gün ne yapilmissa bugün de ayni seyler yapiliyor bir yerde. Farkli yorumlar getiriliyor, farkli teknikler kullaniliyor sadece. 
Degisen siyasi iklimler, sinemaniza yansidi mi hiç? 
Yansidi tabii. Sansür meselesi var en basta. Sansür, geçmis zamanlarda çok kati uygulaniyordu. Bir kurul vardi, baskani polis, o polisin denetiminden geçiyordu filmler. O kurul saçma sapan bir seye takiyordu kafayi. Mesela “Neden sol elini havaya kaldirmis adam?” diye soruyordu. Bir seyler bulup filmi engelliyorlardi. Yazarindan ediyorlardi, oyuncularindan ediyorlardi. Sansürsüz bir Türkiye yok, her seyde hâlâ var sansür, sanatta da var... 
Sizin filminiz sansürlendi mi hiç? 
Tabii ki, TRT ’nin kendi yapip oynatmadigi iki, üç filmim var. 
Nasil yani? 
Hem kendi yapti hem oynatmadi. Düsünün TRT, genel müdürlükten kendi hikâyesini, bütçesini, oyuncularini, teknik ekibi onaylatiyor, filmi çekiyor. Çektikten sonra filmi kaldiriyor, oynatmiyor. Sonra, sevisme sahnelerine sansür uyguladiktan sonra simdi sigaralarin üzerine kelebek koyuyorlar. Filmin akisini bozuyor o! O zaman sigarayi yasaklayin! Sigara satiliyor, sonra da içeni yasakliyorsun öyle sey olur mu? Ya da tutuyor bir lafi sansürlüyor, niye o lafi kullanamasin ki? Amerikan filmlerinin en ciddi yerinde bile en az 30 küfür var. Hiç de sakinmadan küfrediyorlar. Yasanan ne varsa, filmde o da olmali. 
Su an tiyatrolarla da ilgili tartismalar var biliyorsunuz. 
Var tabii. Türkiye’nin ilerlemesini, tiyatro seyretmesini istemiyorlar. Niye istesinler, insanlar aydinlanirsa baska talepleri olacak. Istiyorlar ki insanlarin kafasi çalismasin. Köy Enstitülerini niye kapattilar? Iste bu yüzden! Oradan yetisenler müthis insanlardi ama ne yazik ki çok iyi olmak iyi degilmis bu memlekette. 
Azinlikta hissettik, Istanbul ’dan kaçtik... 
Simdi Erdek’te yasiyorsunuz degil mi? 
Erdek’te Ocaklar Köyü’nde yasiyorum. Havasi, dogasi çok güzel. Ayrica beni biraz da ayakta tutan herhalde orasi oluyor. 
Istanbul’dan kopup gitmek zor olmadi mi? 
Hayir, Istanbul beni müthis boguyor. Benim sehrim degil artik burasi. Benim bir sehrim vardi örfü, âdeti, adabiyla, gelenekleriyle… Ama o sehir gitti, baska bir sehir geldi. Onun için biz de çareyi kaçmakta bulduk çünkü azinlikta hissettik. 
Arada geliyor musunuz peki buralara? 

Isim olmazsa gelmiyorum. Istanbul’u görmek istemiyorum. 
O kadar sevmiyorsunuz yani? 
Sevmiyorum. Ama bu benim sevmemem insanlarin sevmemesi adina degil. Çünkü Istanbul hâlâ bir numara. Is, ticaret, sanat, politika her sey burada. 
Politika demisken, bir zamanlar çok severmissiniz politikayi. 
Evet, bir zamanlar… Politikanin kirli taraflarini görünce, biz sanatla ugrasanlar o tür seyleri pek sevmiyoruz. Çünkü politikada her türlü çirkinlik var. 50’den beri siyasetin içerisindeyim, 10 sene meclis üyeligi yaptim sonra kontenjandan 1. siradan milletvekilligi adayligi geldi, o zaman artik vazgeçtim. 

Ögrendim ki bir de sporcu geçmisiniz varmis. Güres, kayak… 

Sporda yapmadigim sey kalmadi. Güres, en son yaptigim sporlardan biri, onu emirle yaptik. 

Nasil emirle? 

1948’de olimpiyatlarda, Türk Güres Milli Takimi sekiz altin madalya aldi. Bu madalyalardan sonra Türkiye’de bir hareket oldu, biz de o zamanlar halkevlerinde spor yapiyoruz. Müzik yapiliyor, voleybol vs. hepsi halkevlerinde yapiliyor. Neyse o arada halkevlerine “Spor yapan arkadaslarin vücutlari müsait olanlari gürese tesvik edin” diye genelge gibi bir sey gelmis. Madalyadan sonra güres birdenbire patladi ya… Sonra baktilar, fizigi düzgün olanlari aldilar, “Hadi gürese” dediler. “E biz güresten anlamiyoruz ki” dedik, “Hayir” dediler, “Güreseceksiniz”. (Gülüyor) Kendi istegimizle yapmadik yani. 

‘Arzuladigim Atatürk filmi yapilamaz’
Internette herkesin sizi Atatürk’e benzettigini okudum. Ben de görür görmez benzettim. Oynamak ister miydiniz Atatürk’ü? 
Birkaç ciddi teklif geldi ama yapmadim. Zamanin bakaniyla da çatistim; benim arzuladigim Atatürk filmi yapilmayacak. Hâlâ da yapilamayacak. Istiyorum ki Atatürk’ün her seyini bir bütünle anlatsinlar. Bakana “Siz bunu yapabilecek misiniz?” diye sordum. “Efendim” dedi, “Siz oyununuza bakin.” “Valla” dedim “Oyunu herkes oynar. Siz yapabilecek misiniz, o bütçeniz, donaniminiz var mi?” Bunu söyledikleri zaman 60’lar tabii. “Yapamazsiniz, istedigim gibi olmayacak” dedim. Yapmadim. Sunu düsündüm: Alacaksiniz ögrencilik yillarindan, Atatürk’ün sekiz cephe savasi var. Çanakkale ’si ayri bir film, Ittihat ve Terakki politikasi ayri bir konu... Kurtulus Savasi basli basina bir sey. Yüzde 95’i cahil bir ülkeyi topluyor, hedefe götürüyorsun. Tüm bunlar iyi islenmeli, cart diye yapilmaz bu isler!

‘Al Yazmalim’i 35 yil sonra izledim... 
En revaçta filminiz ‘Selvi Boylum, Al Yazmalim’... 
Ben onu 35 sene sonra izledim. Tiyatrosu da yapildi, dizisi de... Dünyanin her yerinde yapilir ve her yerde ayni ilgiyi görür çünkü ayaklari yere saglam basan bir hikâye yazmis Aytmatov... Sonra Atif Yilmaz abartmadan, çok iyi bir sinema yapti o hikâyeden. Kamera güzel, müzik güzel, onun yaninda demek ki oyuncular da iyi oturmus ki, 35 yildir hâlâ izleniyor. 
Filmin sonundaki ikilem de epey düsündürtüyor tabii. 
Aslinda ikilem degil, adamin söylemek istedigi sey o. Türkân, “Sevgi, emekti” diyor ya, isledigi konu emek. “Dünyada en büyük deger, emektir” diyor. Her sey emekle olur, verilen mesaj bu. 

200 film yaptim, 50’si iyi filmdir... 
Sizinle ilgili en sasirdigim sey filmlerinizi hiç izlememis olmaniz. 
Izlemiyorum, evet. Bir isi is olarak yapiyorum, sonra bitiyor benim için. Film iyiyse iyi, kötüyse kötü diyorlar. Tabii ki kötü filmler de yaptik. Kötü derken yani ticari filmler… 200’e yakin film yapmisim. 50’si iyi filmdir. 
Digerleri? 
Digerleri piyasa filmleridir. Eski büyük sirketlerin öyle politikalari vardi, der ki adam “Iki iyi film yapacagim.” Iyi film derken, kalitesi iyi, sanatsal yönü kuvvetli film. Bir de der ki “Üç de ticari film yapacagim.” O iki film çalismayacaksa -ki sanatsal yönlü olduklari için tutmama ihtimali var- o üç ticari filmle durumu kurtarsin. O filmlerde sarkiciyla, türkücüyle oynuyorsun. Ibrahim Tatlises ’in ilk filminde oynadim ama ismini, konusunu hatirlamiyorum bile. Oynadim, çünkü afise yazacak isim lazimdi sirketlere.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —