AKP kurmaylari, sanki bir orkestra sefi onlari yönlendiriyormus gibi, baskanlik sistemi konusunda olumlu görüslerini sirayla dile getirmeye basladi. Bu orkestra sefi güçlü bir parlamenter rejim senfonisi çalmak isteseydi, ayni kurmaylar bu kez parlamenter rejimi benzer sevk ve inançla öveceklerdi. Bugün baskanlik sistemine methiyeler düzen birçok AKP kurmayi ve en basta Basbakan, 1990’larin ortasinda baskanlik sistemine karsi çikiyordu. Anlasilan, “baskasinin” baskanlik sistemine karsi imisler. “Kendileri” için olunca baskanligi savunuyorlar.
Iktidarin tek elde toplanmasindan sikayetçi olanlarin bir kisminin derdinin demokrasi degil, “o güçlü adamin adinin Süleyman, Mesut, Tansu degil Tayyip olmasi” oldugu tespiti elbette dogru.
Tam tersi de bir o kadar dogru. O “güçlü adamin adinin Tayyip olmasi” ihtimali olmasa veya düsük olsa, bugün baskanlik sistemine övgüler üreten kaç AKP kurmayi çikardi?
Sorun siyasal rejim tartismasi olmaktan çikip, bir siyasal lidere ismarlama elbise dikmek tartismasina dönüyor.
Atatürk seçilir miydi?
Bu da “tek adam rejimi” çagrisimini güçlendiriyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde halkoyuyla seçilmemis -ama örnegin Mustafa Kemal’in yüksek bir oy oraniyla seçilmesi zor olmazdi- fiili baskanlik rejimleri yasandi.
Tek adam rejimi, seflik sistemi nedir, biliyoruz. Siyasal ve kültürel konularda egemen ilkenin “tek, tek, tek, tek….” tarzinda cümlelerle ifade edildigi ve bunun toplumsal tahayyülde yaygin kabul gördügü bir yapida, “güçlü adam” rejiminin ne menem bir sey oldugunu tahmin edebilecek uzak ve yakin yeteri örnege sahibiz.
O kisinin adi ve cinsiyeti ne olursa olsun, güce ve güçlüye saygi duyulan bu toplumda, bu cografyada, bunun nasil bir rejim demek oldugunu, böyle bir konumun en demokrat ruhlu kisiyi bile taninmaz bir hale getirme kapasitesinin ne denli büyük oldugunu yasadigimiz dünyadan biliyoruz. Ayrica, güçlü baskan rejiminin tam ne demek oldugunu, o rejimi savunanlar da gayet iyi ve yakinen biliyorlar.
Otoriter yetki ve güç
Türkiye ’de aile, okul, üniversite, isyeri, erkekler için askerlik hizmetinin çalisan ortak tornasi, güce ve güçlüye karsi açiktan cephe almamanin, onunla açik biçimde mücadele etmemenin hayirli oldugunun içsellestirilmesi yönünde çalisir. Bu içsellestirme, toplumsal dokunun ücra köselerine kadar yayilmis olan otoriter yetki ve gücün normali temsil ettigi algisini pekistirir.
Bunun en çarpici örnekleri otoriter refleksin dogal olarak en kaba biçimlerini sergileme egiliminde olan polis ve yargi alaninda karsimiza çikar. Resmi otorite ve güce karsi aykiri olani temsil ettigine inandigi kisi ve çevrelere karsi bugün polisin ve yarginin aldigi tavri görüyoruz. 20. yüzyilda totaliter rejimlerde örneklerine çok sik rastladigimiz dava türleri, suçlamalar, suç delilleri bugün Türkiye ’de siyasal nitelikli birçok davada karsimiza çikiyor. Bugün yeterince güçlü olan bir basbakanlik kurumu ve o güç makaminda oturan son derece güçlü bir kisi varken durum böyle ise, güçlü bir baskanlik rejiminde durumun bundan daha fazla böyle olmamasi için engel ne olabilir?
Diktatörlük
Gücün tek elde toplanmasinin adi, siyasal literatürde diktatörlüktür. Önce güçlü baskanlik sistemine geçelim sonra onun karsi güçlerini olustururuz demek ise ya riyakarliktir ya da koyu bir cehalet. Bu konuda istim arkadan gelmez ne de kervan yolda düzülür. Yogunlasmis güç, gücün parçalanmasina direnir ve bunu engelleme kapasitesine sahip oldugu için de direnisi rejim kurallari içinde kazanir. Baskanlik sisteminin demokrasi ilkelerini yürürlükten kaldirmamasi için yasamaya karsi güçlü yürütme olusturulmasi da yetmez. Yürütmenin gücünün parçalanmasi gerekir. Yasamanin da. Ayrica, halkoyuyla seçilmis baskanin karsisinda halkoyuyla seçilmis bölge yöneticileri, bölge meclisleri varsa ve bölgeler birçok konuda kendi yasama olanaklarina sahipseler, baskanlik sistemi bir diktatörlüge dönüsmez demek bile kolay degil. Bütün Latin Amerika’da böyle bir sistem hemen her yerde yürürlükte olmasina ragmen, bu ülkeler baskanlik sistemiyle diktatörlük arasinda yillardir gidip geliyor.
Orasi Latin Amerika ve baska bir siyasal, toplumsal tarihin ürünü elbette. Ama ABD de, yari baskanlik sisteminin 50 yildir yürürlükte oldugu Fransa da baska tarihlerin ürünü. Ortak noktalari ise dikkat çekici. Gücün tek elde toplanmasina degil, parçalanmasina dayanmalari. Sadece yasama ve yürütme bölünmesi degil bu parçalanma. Yürütme gücünün de parçalanmasi ve dagitilmasi. Örnegin ABD ’de bir yandan eyalet sistemi diger yandan hakimlerin, polis seflerinin de seçilmesi. Fransa ’da yari baskanligin tamamlayici unsurlari, dar bölgeli iki turlu seçim sistemi ve seçimle gelmis yönetimlere sahip 22 bölge. Buna ragmen baskanin ve parlamentonun ayni çogunluktan olusmasinin yarattigi yetki yogunlasmasi, demokrasi açisindan sorun yaratabiliyor. Bugün Türkiye Basbakani, ABD ve Fransa Baskanlarindan fiilen daha güçlü. Var olan sisteme yari baskanlik rejimini monte etmek, karsi gücü olmayan bir baskanlik sistemi yaratmak demek olacak.
Arap Bahari
Tek güce biat edilen rejimin nasil bir sey oldugunu, çok uzaga gitmeye gerek kalmadan, etrafimizdaki onlarca baskanlik rejimine bakarak da anlayabiliriz. Arap isyanlari güçlü parlamenter rejimlere karsi mi basladi, yoksa güçlü baskanlik sistemlerine karsi mi?
Dolayisiyla baskanlik sistemine geçmek için, gücün yogunlasmasini degil, gücün parçalanmasini somut olarak tartismak gerekiyor. Sira buna gelince, AKP sözcüleri hemen duruyorlar. Böylece zimnen veya Basbakan’in koçbasi Bekir Bozdag gibi açikça, hem baskanlik ya da yari baskanlik olacak, hem güç yogunlasmasi olacak, diyorlar.
Ilginçtir, bugün dünyada demokrasi mücadelesi veren hareketlerin hiçbiri baskanlik sistemini savunmuyor. Zaten dikkat edilirse, bu mücadelelerin en zorlu verildigi ülkelerin hepsinde degil ama ezici çogunlugunda fiili veya resmi baskanlik sistemleri yürürlükte. Ya da parti veya sahis diktatörlükleri.
Nasil olacagi belli olmayan güçlü bir yasama ile dengelenecegi iddiasiyla baskanlik sistemini savunanlar, ayni zamanda 1920’lerin, 1930’larin, 1940’larin fiili baskanlik sistemlerinin, darbe dönemlerinin diktatörlüklerinin nasil demokrasi düsmani oldugunu hakli olarak anlatmaktan geri kalmiyorlar. Bu ne perhiz bu ne lahana tursusu demek de yanlis, çünkü ortada perhiz yok, sadece lahana tursusu var. Perhiz, kendi tarihimizden, çevremizden, Arap isyanlarindan ders çikarmak olurdu. Ama görünen o ki, “kendinden” kisilerin baskan seçilecegine olan güven duygusunun verdigi istiha ile bir seflik rejimi yasamak isteyenler az degil.
12 Eylül Anayasasindan çikalim derken, aslinda yeni bir demokrasi mücadelesi alani açiliyor. Görünen o ki, seflik sistemi arzulayanlara karsi verilecek bu mücadele. Ve Türkiye Arap isyanlarina esin verdi diye kendi kendimize sisinirken, belki bu isyanlarin ileride Türkiye ’deki seflik sistemine karsi mücadelelere esin kaynagi oldugunu görecegiz.