Tarih: 04.02.2012 00:00

KESINTILI YA DA JOPLU EGITIM

Facebook Twitter Linked-in

KESINTILI YA DA JOPLU EGITIM

Roma edebiyatinin altin çaginin yaraticilarindan birisi olarak kabul edilen Horatius’un gençlik yillari imparatorlugun tarihinin en çalkantili dönemine rastlar. Devir Cumhuriyetten Imparatorluga geçis devridir. Sezar’in öldürüldügü yil yüksek ögrenim için Atina’dadir. I.Ö. 42 yilinda, Cumhuriyetçilerin tüm umutlarini bagladigi Philippi’de yapilan savasi kaybetmeleri üzerine yogun bir umutsuzluk ve öfke içerisinde Roma’ya döner. Bu siralarda siir yazmaya baslar ve “yoksullugun verdigi cesaret beni siir yazmaya itti” diyerek, Roma’daki siddet ortamini su dizeleriyle elestirir.

“Ne kurtlarda görülmüstür bu töre, ne de aslanlarda                                                                        

Saldirmaz yaban hayvanlar kendi türlerine asla                                                                                            

Kör edici bir öfkemidir dürtüp duran sizi                                                                                                              

Yoksa daha siddetli bir güç mü                                                                                                                     

Yoksa bir suç mu, yanit veriniz                                                                    

Susuyorlar.                                                                                                                                                          

Soluyor benizleri kül gibi                                                                                                                                      

Ve saskinlasiyor dagilmis zihinleri                                                                                                                    

Evet, acimasiz bir yargi izliyor Romalilari”

En ünlü eseri Prens`te, iktidarin alinisi ve korunmasi gibi bir sorunu dinsel ya da ahlaki kaygilari olmadan bir amaç olarak inceleyen, ünlü Italyan düsünürü Machiavelli ise “Bir Cumhuriyetin dogusunda insanlar daha iyiyken, olusturulan kurum ve yasalarin zamanla insanlar degistikçe, artik uygun gelmemeye basladigini” söyler. “Üstelik bir devlette degisen olaylara göre yasalar degisse de, devletin kurumlari ya hiç degismez, ya da çok seyrek degisir. Bu nedenle de yeni yasalar, dokunulmadan varliklarini sürdüren kurumlarla uyum içinde olmadiklarindan yetmez olurlar.” Bu konuyu daha iyi anlatabilmek için de Roma Devlet Yönetiminin kurulusunu ve sonradan yasalarin, yüksek memurlarinda katkisiyla vatandaslari nasil baski altina aldigini anlatir. Fikirleri giderek büsbütün olumsuz ve ilkesiz bir politik hirsin anlatimi olarak görülen bu düsünürün adi "Makyavelizm" terimi olarak bir düsünce sisteminden çok "amaç için her yolu mübah gören" politikacilarin tutumunu anlatan suçlayici bir sifat haline gelmistir.

Degerli okurlar, geçtigimiz günlerde çok sert ve yogun tartismalar sonrasinda kabul edilen ‘Kesintili 12 Yillik Egitim Yasasi’ ile ilgili olarak yapilan degerlendirmeler içerisinde öne çikan bir yaklasim nedeniyle yazimiza yukaridaki iki alintiyla basladik. Iktidar partisi sözcülerine göre 28 Subat’in rövansi alindi, ana muhalefete göre ise Cumhuriyet’in getirdiklerinin. Böylece rejimin Cumhuriyet olmaktan çikmaya dogru hizla yol aldigi ifade edildi. Iste bu nedenle sizleri Cumhuriyetten imparatorluga geçen Roma’ya kadar götürdük ve ardindan Makyavelizm’den bahsettik. Simdi birazda Osmanli imparatorlugunun son yüzyilinda egitim alaninda yasananlara kisaca bakmakta yarar görüyorum.

Tanzimat’in güçlü ismi Mustafa Resit Pasa’nin Devlet Kurumlarinda ve düzeninde getirdigi yeniliklerin karsisinda duran güçlü bir ekip vardir. Efkâr-i Atika (geri düsünceliler) denilen bu grubun engellemeleri o kadar ileri gitmistir ki, o günlerde hizla kurulmasina baslanan Rüstiye’ler de (Orta Okullar) zorunlu olarak okutulan Cografya Dersleri için hazirlanmasi gereken haritalara bile siddetle karsi çikilmistir. Damat Sait Pasa “ögrencilere böyle resim ve çizgilerin gösterilmesinin dinen olanaksiz oldugunu” ileri sürerek konuyu padisaha kadar götürmüs ve Mustafa Resit Pasanin bir kâfir oldugunu bu nedenle de görevden alinmasi gerektigini söylemistir.

II. Mahmud döneminde de egitimde getirilen yeniliklere karsi çikilir. Örnegin Galatasaray Lisesinin ve diger Mektebi Sultanilerin açilmasina hem Medrese Hocalari, hem de Papazlar Siddetle karsi çikarlar. Gerekçeler ise bu okullarin dindisi bir egitim kurumu oldugudur.

Osmanli tarihinin en canli egitim hamlesi ise II. Abdülhamit dönemine rastlar. Tahta geçtigi yil 250 olan Rüstiye sayisi 1909`da 900`e, 6 olan idadi sayisi 109`a çikmistir. 1877`de Istanbul`da sadece 200 tane modern ilkokul varken 1905`te 9 bine çikmisti. Her yil ortalama 400 ilkokul açilmistir. Burada özellikle belirtilmesi gereken sey, ilk defa olarak kizlarin da okumasi için ilk, orta ve ögretmen yetistiren yüksek okullarin açilmasidir. En kayda deger olay ise 1867 de Maarif Naziri olan Abdüllatif Suphi Pasanin yine ilk defa bir Kiz Sanat Okulu açacagi sirada tutucu çevrelerden gelen tepkiler nedeniyle tereddüt geçirerek padisaha çikmasi üzerine yasanmistir. Padisah “Sen mektebi aç, ben arkandayim” diyerek açikça tesvik etmistir.                                                                                                     

 O dönemlerde yasanan, model, içerik ve zorunlu süre tartismalarini egitim tarihçilerine birakarak son gelismeler üzerine de kisaca deginmekte yarar görüyorum. Yasaya karsi getirilen en önemli elestirilerden birisi olan kiz çocuklarinin ilk dört yil sonra okutulmamalarinin önünü açan 4+4 düzenlemesi, muhalefetin ve kamuoyunun yogun tepkisi nedeniyle son anda degistirildi. O sekliyle bakinca insan ister istemez bunun kiz çocuklarinin okumasi için okullar açan, tesvik eden Abdülhamit döneminden bile daha geri bir yaklasim oldugunu düsünmeden edemiyor. Çünkü o dönemde bile zorunlu temel egitimin süresinin en az bes, hatta çogunlugun görüsünün ve uygulamasinin yedi yil oldugunu tarih bize söylüyor. Isteyenlere Prof. Dr. Mustafa Ergün’ün “Ikinci Mesrutiyet Döneminde Egitim Hareketleri” isimli çalismasina bakmalarini öneririm.                                                                

Mevcut sistem iyi ve ideal olaniydi, öylece kalsaydi demiyorum. Derslik sayisi, okula kolay ulasabilirlik, altyapi, egitimin içerigi, atanamayan ögretmenler gibi birçok sorunu elbette vardi. Ama bunlarin çözümü için atilacak adim, egitim ve ögretim alninda uzman kisi ve kurulusla birlikte tartisilip olgunlastirilmadan, tek yanli bir çogunluk iradesiyle, muhalif olan her kesimi düsman gibi görerek rövansist bir yaklasim olmamaliydi.                                                                                                               

 Hem de rövansi alindigi söylenen o 28 Subat dönemi ve öncesinde onlarca üyesi faili meçhule ugramis, binlerce üyesi gözaltina alinmis, sorusturmalardan geçirilmis, andiçlanan kurumlar arasinda yer almis KESK üyelerini ülkenin her yerinde cop ve gaz bombalariyla durdurarak hiç olmamaliydi. Eger 28 Subat’tan bir hesap sorulacaksa o devrin güçlü pasalari ne güne duruyor? Simdi nerelerde ve kimlere danismanlik yapiyorlar acaba? Kaldi ki 12 Eylülün YÖK’ü de egitimin tepesinde hala öylece durmaktadir.                                                                                                                                                  

Zorunlu egitimi 4+4+4 olarak düzenlemekle ne kazanilacak, ne kaybedilecek hep birlikte görecegiz. Temel egitimden sonra ki diger dört yilda egitimin içerisinde kalan kiz ögrenci yüzdesi/sayisi ne olacak, yüksek ögretimde ne olacak yasayarak görecegiz. Sistemin yüksekögretimde basörtüsüyle okumasina izin vermedigi o kiz ögrencilerimizin, hiç degilse bu haklarini arayacak bir bilinçleri ve onlari bu hakli mücadelelerinde destekleyen siyasal örgütlenmeler vardi. Acaba simdi 13 yasindan (4+4) sonra ben seni son dörtte okutmuyorum diyen ailelerine karsi bu kizlarin sesini duyan olacak mi? Yoksa biz kesintisiz egitimi 12 yila çikardik diye övünmenin ne anlami olacak? Bu kizlarimizda demokratik haklarini alanlarda arayabilirler mi, ya da ararlarsa onlari da cop ve gaz bombasiyla mi durduracagiz?                                                                                                                                                           

Hosa gitmeyen sorular sordugumun farkindayim. Ama hosgörünüze siginarak son bir soruyla yazimi bitirmek istiyorum. Ögretmenlere acimasizca indirilen o coplar da acaba medrese egitiminde, hep var oldugu söylenen uzun sopalarin büyük dedelerimizin baslarina inmesinin bir rövansimiydi ne dersiniz?

Dostlukla kalin.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —