Tarih: 01.01.2018 00:00

`Kinimiz dinimizdir`

Facebook Twitter Linked-in

Çalismalarini Türk saginin ideolojik ve örgütsel kökenleri üzerinde yogunlastiran Fatih Yasli “Kinimiz, Dinimizidir” kitabinda, Türkiye`nin tarihi pek de iyi bilinmeyen bu siyasi akimini ayrintili bir sekilde ele almis. Yasli, bir yandan bu ideolojinin kökenlerini ona özgüllük katan unsurlarini ve farkli vehçelerini ortaya koyarken, diger yandan nasil örgütlü bir siyasal harekete dönüstügü ve MHP`ye neler devrettigi üzerinde duruyor. Yasli son olarak AKP ile ilgili “AKP ve Yeni Rejim” adli bir kitap çikardi.

Türkiye’de Türkçü ideolojinin temel kavramlari neler? Örnegin Almanya’da fasizm Yahudi karsitligi üzerinden yükselirken Türkiye’de hangi imgeler daha baskin?
Türkçülükten bahsederken bir ayrima dikkat etmemiz gerekiyor. Osmanli Imparatorlugu’nun son dönemlerinde, 19. Yüzyilda ortaya çikan Türkçülük anlayisi ile 1930’lar ve 40’lar Türkiye’sinde varlik gösteren ve benim Türkçü fasizm olarak adlandirdigim ideoloji arasinda önemli farkliliklar var. Türkçülük, ya da ayni anlama gelmek üzere Türk milliyetçiligi, diger milliyetçiliklerle karsilastirildiginda, geç ortaya çikan bir ideolojidir. Yani Türkler – ve diger Müslüman halklar- Osmanli’daki gayrimüslimlerden çok daha sonra milliyetçiligin çekim alanina girmislerdir. Elbette ki bunun çesitli nedenleri var. Her seyden önce Islam ve onun ümmet anlayisi, milliyetçiligin önündeki engellerden biri. Yani sira Türklerin kendilerini Imparatorlugun asli sahibi olarak görmelerinin ve kendi milliyetçiliklerinin diger etnik gruplarin milliyetçiliklerini mesrulastiracagina, diger milliyetçiliklerin önünü açacagina ve böylelikle imparatorlugu kaybedebileceklerine duyduklari inancin, Türkçülügün gecikmis bir ideoloji olarak ortaya çikmasini saglayan bir faktör oldugunu söyleyebiliriz. Esas neden ise elbette ki kapitalizm ve burjuvazi. Osmanli’nin kapitalistlesme sürecine geç girmesi ve Türk-Müslüman burjuvazisinin geç ortaya çikisi Türk milliyetçiliginin ortaya çikisinin gecikmesinin gerisindeki en önemli neden. Zaten Osmanli’ya Türk milliyetçiligini tasiyanlar, Rusya’nin Kazan bölgesinden gelen ve kapitalizmin ne oldugunu bilen burjuva kökenli Türk aydinlar.

Tüm bunlardan sonra, Türkçü fasizme geçebiliriz. 30’lar ve 40’lar Türkiye’sinde Nihal Atsiz, Reha Oguz Türkkan, Zeki Velidi Togan gibi isimler tarafindan tedavüle sokulan Türkçü fasizm, Türkçülükten farkli olarak milliyetçilik anlayisini kan ve soy esasina dayandirir. Oysa Ziya Gökalp, Yusuf Akçura gibi Türkçülügün kurucu babalarinin söyleminde böylesi bir biyolojik irkçiliga rastlayamazsiniz, onlarin perspektifi açikça kültüralisttir, hatta Gökalp net bir sekilde “soy, hayvanlarda aranir, insanlarda soy olmaz” der. Atsiz, Türkkan ve digerleri ise esas olarak Nazi irk kuramindan etkilenmislerdir. Bu anlamiyla “kafatasi” ölçümlerine dayanan antropolojik bir irkçiliktan ziyade, kanin safligi miti üzerine kurulmus bir irkçiligi dillendirirler. Buna göre milletler, kanlarinin safligini koruduklari ölçüde üstünlüklerini koruyabilirler. Tarih milletler arasindaki mücadelelerin tarihidir ve bu mücadelede basarili olmanin yolu, kana melez unsurlarin karismasini engellemek, yani dejenarasyonu durdurmaktir. Türk irki geçmiste kaninin safligini korudugu için dünyayi yönetebilmistir ve gelecekte bunu tekrarlayabilmesi için, Türk kanina karisan melez unsurlarin temizlenmesi gerekmektedir.

Türkçü fasistler Nazizmden farkli olarak kendilerinin sadece Yahudilere degil Türkler ve Türklük disindaki her seye düsman olduklarini ve bunun kendilerini “özgün” kildigini söylerler. 30’lar ve 40’larin Türkiye ve dünyasinda Yahudiler, Çingeneler, Kürtler, Rumlar, Ermeniler vs. bunlarin hepsi düsman addedilmektedir ama “irkin bas düsmani” komünizmdir. Türkçü fasist ideolojinin leitmotivinin çok açik bir sekilde anti-komünizm ve Sovyetler Birligi düsmanligi oldugunu söyleyebiliriz. Çünkü komünizm hem insanlar arasinda esitlik talep ederek irkçilik açisindan en kötü olani dillendirmekte, hem de Sovyetler Birligi sinirlari içerisinde milyonlarca “esir Türk” yasamakta ve bu da bütün Türklerin bir araya gelerek olusturacaklari Turan Imparatorlugu’nun önündeki en büyük engeli teskil etmektedir. 2.Dünya Savasi yillarinin Türkçü fasizminin MHP’ye ve ülkücü harekete devredecegi miras da zaten budur: Anti-komünizm ve SSCB düsmanligi.

“Kinimiz dinimizdir” kitabinda irkçi-milliyetçiligin giderek dönüstügünden ve MHP’nin bir merkez partisi olarak kismen seküler ve devlet politikasini içsellestirmis bir parti oldugundan bahsediyorsunuz. AKP’nin ve Islamciligin yükselisi sürecinde Türkçülügün giderek marjinallestigini söyleyebilirmiyiz?
MHP’yi en basindan beri bir devlet partisi olarak görmemiz ve böyle analiz etmemiz gerektigine inaniyorum. Bu nedenle “ebed müddet devlet” sözü ülkücü hareketi anlamak için büyük önem tasiyor. 60’lar ve 70’lerde sola karsi verilecek mücadelede izlenecek stratejiden, 80’lerin sonlarindan itibaren Kürt hareketine karsi yürütülecek mücadeleye kadar, MHP devletin teori ve pratiginden ayrilmamis ve hareketin mensuplarini da bu teori ve pratige göre mobilize etmistir. MHP’yle devlet arasindaki bu varolussal iliski Türkiye’nin Islamizasyon sürecinde çok rahat gözlemlenebilir. 1980 öncesinde sola karsi mücadelede Islami söylem devlet içerisinde baskin hale geldikçe, yani Türk-Islam sentezi giderek bir devlet ideolojisi veçhesine kavustukça, MHP de buna paralel olarak Islami motifleri yogunlastirilmis bir söylemi dillendirmistir. Türkiye Islamciliginin en önemli isimlerinden biri olan Necip Fazil’in 70’lerin sonlarina dogru MHP’ye geçisi bu dönüsümü sembolize eden en önemli olaylardan biridir.

Darbe yillarinda cezaevlerinde ülkücü hareketinin mensuplarinin önemlice bir bölümü Islami bir hayat tarzini benimsemis, 1980 sonrasinda ise Müslümanliginin Türklügünden önce geldigine inananlar, ayrilarak BBP’yi kurmuslardir. 90’lardan itibaren ise siyasal Islam’in Refah ve devami partilerdeki temsili ile birlikte, MHP’nin Islam adina herhangi bir söz söyleme hakki ve iddiasi fiilen ortadan kalkmistir. Ayrica bu dönemde unutulmamalidir ki mücadele edilebilecek bir sol da yoktur ve düsmanin yoklugu MHP’nin Islam’i araçsallastirma olanagini da ortadan kaldirmaktadir.

Bu süreçte, özellikle 90’lardan itibaren, ideolojilerin öldügü ve siyasetin ideolojisizlestigi seklindeki ideolojik propagandaya paralel olarak hem dünyada hem de Türkiye’de fasist hareketler merkeze dogru yürümüstür. 90’lar Türkiye’sinde Türkes’in “bilge lider” imajiyla ön plana çikarilmasinda ve MHP’nin söylemini yumusatmasinda, Bahçeli döneminde de merkez partisi olma çabalarinin devam etmesinde, artik siyasetin kalbinin merkezde attigi ve ancak bu merkezde yer tutabilen partilerin iktidar olabileceklerine duyulan inancin bulundugunu söyleyebiliriz.

Öte yandan marjinallesse de irkçi milliyetçiligin çogu zaman daha fazla baskinlastigini da görmeye basladik. Örnegin siyahilere karsi geçmiste bu kadar net bir irkçi dil kullanilmazdi. Bunu neyle açiklariz?

Söylediginiz seyin toplumsal yasamin bütününde degil, esas olarak spor müsabakalarinda, stadyumlarda söz konusu oldugunu ve bir tür özentilikle karsi karsiya oldugumuzu düsünüyorum. Yani Avrupa’daki futbol taraftarlarinin yaptiklari tezahüratlardan etkilenen lümpen futbol seyircisi (tüm taraftarlari kastetmiyorum elbette) siyahi futbolculara tepkilerini de Avrupa statlarindaki irkçi tezahüratlara paralel olarak veriyor. “Siyahi futbolcularin ayagina top geldiginde maymun taklidi yapma” vs. bunlarin hepsi beyaz irkçiliginin son yillarda futbol sahalarindaki tezahür edis biçimlerinden biri. Türkiye’deki futbol seyircisi de buna özenen tepkiler veriyor. Bunun baskaca bir açiklamasi olabilecegini sanmiyorum.

Milliyetçi-Türkçü ideolojide dinin etkisi nedir? Islam ile Türkçülük nasil bir bag kurar?
Türkçülügün ortaya çikisindan itibaren Islam ile milliyetçilik arasindaki iliski tartisilagelmistir. Özellikle II. Mesrutiyet yillarinin yogun politik ortaminda Islamcilar ile Türkçüler arasinda önemli tartismalar yasanmistir. Islamcilar, Islam’in bir kavmiyet (milliyetçilik) siyasetine izin vermedigini iddia ederken Türkçüler ise bunun mümkün oldugunu söylemislerdir. Cemaleddin Afgani örnegin, Türkiye’de hem Islamciligin kurucu isimlerindendir hem de Islam’in kavmiyet siyasetine izin verdigini söyleyerek Türkçü düsünürler üzerinde büyük etkide bulunmustur. Ziya Gökalp ise kendi Türkçülük anlayisini söyle ortaya koyar: “Türklesmek, Islamlasmak, Muasirlasmak.” Milli kimlik, din ve çagdaslasma bir teslis olusturmaktadir Gökalp’in gözünde.

Buna mukabil, Islam’la milliyetçilik arasindaki iliski Türkiye’de iki kez koparilmaya çalisilmistir. Bunlardan ilkinde Kemalist milliyetçilik isbasindadir. Kemalizm Islam’i kamusal alanin disina tasiyarak milli kimligin unsurlarindan biri olmaktan çikarmaya çalismistir. Ikinci olarak ise Türkçü fasizmden söz etmemiz gerekir. Türkçü fasizmin bas ideologu Atsiz, Kuran’in tanri kelami oldugunu açikça reddeder ve Muhammed tarafindan yazilmis oldugunu söyler, ayni zamanda Türklerin varligini Islam’a degil, Islam’in varligini Türklere borçlu oldugundan bahseder. Atsiz’a göre Türklerin esas dini Samanizm’dir ve Atsiz’in kendisinin de samanistik inançlari oldugunu söyleyebiliriz. Soguk Savasla birlikte ise komünizmle mücadele adina, milliyetçiligin terkibine yeniden Islam’in eklendiginden, Islamizasyonun milliyetçiligi de etkisi altina aldigindan az önceki sorunuza yanit verirken bahsetmistim zaten.

Milliyetçiligin özünü olusturan ötekilestirmenin su anda AKP ile (Ermeni, Yahudi, Zerdust vs…) yayginlastigini görüyoruz. AKP’de bir milliyetçi söylem var midir?

Son üç dört yildir AKP üzerine onlarca yazi yazdim ve bu yazilarin temel iddiasi AKP’nin Türkiye’de yeni bir rejim insa etmekte olduguydu. Geçtigimiz hafta yayinlanan son kitabimin adini da buna uygun olarak “AKP ve Yeni Rejim” koydum. Her yeni rejim insasi ayni zamanda yeni bir resmi ideoloji ve buna uygun bir insan tipinin yaratilmasini gerektirir. Yeni rejimin temelinde liberalizmle muhafazakârligin, piyasacilikla gericiligin bir sentezi bulunuyor. Yaratilmak istenen insan tipi de buna paralellik arz ediyor: Örgütsüz, sendikasiz, ibadetlerini düzenli olarak yerine getiren, itirazi olmayan, Sünni, içki içmeyen, heteroseksüel vs. bu yeni rejimin “biz” kategorisini olusturuyor. Bir de “ötekiler” yani düsman olarak kodlananlar var elbette. Sosyalistler, iktidarin açilim projelerine angaje olmayan Kürtler, Kemalistler, Aleviler, çevreciler, escinseller.. Bunlarin hepsi yeni rejim tarafindan ortak düsman kategorisine dâhil edilmis durumdalar ve yeni rejimin toplumsal yasamin bütününü kusatmayi amaçlayan, yani totaliter bir nitelik tasiyan egilimlerinden fazlasiyla nasiplerini aliyorlar. Bu anlamda, AKP’nin milliyetçi bir söylemin ötesine geçtigini, milliyetçilikle tahkim edilmis piyasaci ve gerici bir rejim insa etmekte oldugunu ve bu insa sürecinden dislananlarin, bu sürecin önündeki engeller olarak görülenlerin, yani düsmanlarin, milliyetçiligin tarif ettiginden çok daha genis bir çerçeveye yerlestirildigini, düsman kategorisinin çok daha kapsayici hale geldigini görüyoruz. Hem rejimin totaliter niteliginin ifsasi, hem de düsman kategorisine dâhil edilenlerin kendi aralarinda bir ortakligi tesis edip edemeyecekleri ise güncel politik meseleler olarak karsimizda duruyor.
 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —