KONGRE ÖNCESI SON YAZ
Dogal yöntemi yok bu isin. Yerinmeye ve dövünmeye de gerek yok. Iletisim kesildiginde ilk ileri çikanin boynu vurulur, ayvanlardaki kirik sohbetlerde. Kitlesel iletiler öncü güç yöntemlerle açiklansa da sol için aranan kan bulunamaz, islevi sadece soluklanmak olanlardan. Bulunsa bile kan uyusmazligi bas gösterir hirpalanmis bedenlerde. Oysa komitesel ilkelerdir degisimin göstergesi. Emek borsasi kolonicilerinin miyminti faytonlara bindirdigi takintilari degil.
Kalemin mürekkebi tükendigi gün, hangi günse o gün bu gün iste. Önce biraz üsürüz, sonra gideriz ve en sonra da ölürüz ve mesele biter. Göz gözü görmez sonra. Yazalim diye çirpinirken okumayi unutunca atom çekirdegi de parçalanir. Kara parsacilar toplumunda kapidan içeri yok olus ve yoksunluk iste o zaman ivmelenir. Anamalci papazlar ise efil efil esen karayelde gülüp dururlar basa gelen bu hallere.
Ve ‘bir safsata portresi, pelerinine sarilmis, kara gözlüklerini takmis, kaygisizligin ortak sevincine saksonya rölyefi pozunda’ bu kikirdayislari izler sadece. Çünkü bin yillik umutlar bir gecede filizlenmez. Bin yilda filizlenenler ise bir gecede biçilemez. Ve asla degerlendirilemez degme simyacilarca göçebelik yansimasi.
Kimler aldanmaz ki büyük hecelerin o büyüttügü sese. Her söz geçmise yolculugun yakiti, yollarin kaldirim tasi, asfalti olur günes sicaginda eriyen ve kokan. Bir ortaçag sarkisi duyuldugunda ise mazi kum saatini çalistirmayi durdurur. Yillar öncesinden bir esinti tasinir yüreklere. Güncellige damgasini vuran, siliklesen anilara yeni bir ton olusturur eksik heceler. Oysa her çaba yüzümüzün aki sonsuza parlasin diyedir. Özellikle siyasetin çilgin senfonisine kulaklar tikaninca en basa dönülür. Ve hayati dokumak adina hayat kelepircisine diklenilir her firsatta. Ilk emri okuyunca baslar tüm ayriliklar zaten. Ve kasnaginda binlerce tonluk gölge islenmis ayrilik motif olur yürege.
Dünyaya ögretecek hiçbir seyi olmayanlar ise cevval tüccar kesilir yalanci cennette. Boyama kitabi olur koca sehir. Isli camin ardindakiler ise boyamaya baslarlar ampirik çagin oyunlari ile. Hayata uyanmak da iste budur. Kazikli hummadan beter bir sancidir aynalardaki maskeli ironiye dayanmak. Ve biz darmadagin vedalari toplariz kestane gölgesinde. Eskiye dönüs kavsaginda ise hep ayni ayni ses. “kaç D varsa devrilmis gitmis”…
Alfabeden bu kadar asirdigimiz yeter. Aklimizda veda hissesi metninin asli var, prizmadaki isik kirilmalariyla beliren. Içinden günes isigi geçen cümleleri nasilsa anlayanlar anlar. “bir dal gibi kirilan yüregimizde, okyanus dalgalarina karisan nice ayrinti gizli aslinda. Pusulasiz, fasilasiz hala pesindeyiz umudun. Su kokuyor masmavi, tuz ve yosun ve özgürlük. Varligini hissediyoruz bir aralik essiz sirrin ve solugumuz kesiliyor. Solugumuz çikmaz sokaklarda okyanusu ariyor yinede. Ve yüregimiz buz tutuyor. Oysa her sey okyanusta sakli. Yani okyanustayiz denize hasret. Nasil sa okyanusu buldugumuzda dünyayi, dünyayi buldugumuzda okyanusu kucaklayacagiz. Soluk soluga bugulu camdan baktigimizda ise koyun yüklü gemilerin battigini görecegiz. Asil solugumuz o vakit kesilecek. Kulagimiza vuran okyanus sapirtisinda ise sözcükten dalgalari yara yara gelen metinlerdeki varolan nurlu çeliski tüm uykularimizi delik desik edecek. Çünkü simgeler asla yanilmaz ve yaniltmaz.”
Keskülü bos dünya iste… Dört duvar arasi basina buyrukluk dünyanin teklifsizlik barinaginda puslu bugulu bir renk cümbüsü yasatir yetersizlere. Pusu kurulmus bir kere. Kirnaplarla bagli sanki aklimiz. Öfkeyi de tasiriz sonu nereye varirsa varsin ama çalkantili yolculuklar tutkumuzu yedi bitirdi. Tasa söz katmak isini de artik yapasimiz gelmiyor içimizden. Kasla göz arasi takaslari görünce, trampa edilince degerler bir kalemde harfler taslasti.
Göstermelik çabalar, görkemli cellada dönüsünce, kongre öncesi son yazi da son bulur…