28 Subat basarili görülen bir hezimetti

28 Subat basarili görülen bir hezimetti

28 Subat: Silahli ve `silahsiz kuvvetler`in ortak darbesi -1 Fatih Polat- Evrensel

28 Subat darbesinin üzerinden 15 yil geçti. Medya, yargi, rektörler, ‘sivil toplum örgütleri’ gibi çesitli kesimlerin generaller tarafindan müdahalenin ‘silahsiz kuvvetleri’ olarak öne sürüldügü 28 Subat, önceki darbelerle ayrilan özellikler tasiyor. Ona dair yapilan “Postmodern darbe” tanimi da buradan kaynaklaniyor. Türkiye 28 Subat’ta, 12 Eylül’de oldugu gibi tank sesiyle uyanmadi. Ancak 28 Subat’i hazirlayan günlerde de Ankara’da Sincan’da tanklar yürütüldü ve mansetlere tasinan, ekranlarda döne döne verilen tank görüntüleri ‘her an tank sesiyle uyanilabilir’ etkisi yapti. Darbesiz yarinlara erisebilmek için, kendisinden dersler çikarmamiz gereken bir tarih araligini ifade ediyor 28 Subat.   Bu dosyada, döneme hakim olan isimlerle yapilmis röportajlar ekseninde bu gerçeklestirilmeye çalisilacak. Bu röportajlardan ilki Gazeteci-Yazar Rusen Çakir ile. Islami örgütlerle ilgili çalismalari, kitaplariyla da bilinen Rusen Çakir, 28 Subat’in onu gerçeklestirenler açisindan büyük bir hezimet olduguna vurgu yapiyor.

Genel bir soruyla baslasak. 28 Subat neydi, hangi kosullarin ürünüydü ve ne gibi sonuçlara yol açti?

1994 yerel seçimlerinde Kürt bölgesinde Refah Partisi’nin çok büyük bir basarisi vardi. Istanbul ve Ankara basta olmak üzere pek çok ilde büyüksehir belediyelerini kazanarak büyük bir patlama yapti. RP kamuoyunda marjinal bir parti gibi algilanirken yaptigi bu patlama, geleneksel iktidar çevrelerinde çok büyük bir kaosa yol açti. Laiklik alarmi verildi. O arada merkez sagda ANAP ile DYP olarak iki parti vardi ve birbirleriyle kiyasiya rekabet ediyorlardi. Ve bu rekabetin her iki partinin de zararina olacagi ve bundan da Refah ve MHP’nin yararlanacagi biçiminde bir algi da vardi. Nitekim ondan sonra yapilan genel seçimlerde Refah Partisi birinci parti olarak çikti. Ve bu çok büyük bir sok yaratti. Hemen bunun üzerine ANAP ve DYP’nin koalisyon kurmasi telkinleri yapildi.  Refah Partisi’ni disarida birakacak formüller üzerinde çalisildi ve ANAYOL hükümeti kuruldu. Ama ANAP Genel Baskani Mesut Yilmaz ile DYP Genel Baskani Tansu Çiller arasinda çok ciddi sorunlar oldugu için bu çok kisa ömürlü oldu ve Erbakan seçim sonuçlarinda hak ettigi hükümeti kurdu. Ondan sonra hem Meclis’te hem de Refah’in koalisyon yaptigi DYP içinde Refah Partisi’ne karsi çalismalar yapildi. Laiklik endisesine baglanan bu çalismalarin hedefi Erbakan’di. Ardindan da medyada Refah karsiti bir kampanya bastatildi ve bu kampanyanin arkasindaki gücün de Refah Partisi oldugunu biliyoruz. 28 Subat 1997 günü yapilan Milli Güvenlik Kurulu toplantisinda Erbakan’a bir dayatma yapildi. ‘Irtica ile Mücadele Eylem Plani’ dayatmasi diyelim ve Erbakan’a ‘ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin’ baskisi yapildi. Erbakan bunlarla orada alenen mücadele etmedi. ‘Tamam’ dedi ama bu söylenenleri yapmadi. Yapmasi zaten kendi varligini inkar etmesi anlamina geliyordu. Çok sert bir dönemdi. Ve bu süreçte Refah Partisi’ni alasagi etmek için medyayi, yüksek yargiyi, bazi sivil toplum kuruluslarini –aslinda onlara sivil toplum kurulusu demek yakismiyor ama, o iddiali kuruluslari- asker seferber etti. Ve kapatma davasini da isin içine katarak Refah Partisi üzerinde tam bir abluka uyguladilar. Sincan’da Refah Partili belediyenin düzenledigi ‘Kudüs Günü’ etkinligindeki bir tiyatro oyunu bahane edilerek Sincan’da tanklar yürütüldü. Sonuçta DYP’den insanlar ayartilip istifa ettirilerek bu hükümet devrildi. Cumhurbaskani Süleyman Demirel de, kendi eski partisi DYP’nin hükümet disi kalmasina razi oldu ve daha sonra RP de kapatildi. RP’li milletvekilleri yeni kurulan Fazilet Partisi’ne girdiler. Bütün bunlarin hepsi tam bir devlet operasyonuydu ve basarili oldu. Bu basarinin uzun süreli olacagi düsünüldü ama öyle olmadi.

Dönemin Karadayi’dan sonraki Genelkurmay Baskani Hüseyin Kivrikoglu ‘28 Subat bin yil sürer’ demisti’...

Dedi ama öyle olmadi. Kisa bir süre sonra görüldü ki, agacin kesilen dallari daha gür bir sekilde çikmis. 28 Subat çok basarili gibi görülen büyük bir hezimetti.

28 Subat ne gibi tahribatlar yaratti?

Bir kere yarattigi en büyük tahribat sudur; Islami hareketin normal kanallardan akisini engelledi. Refah Partisi’nin demokrasinin evrensel kurallari içerisinde gelisimini saglamasina izin vermesi durumunda Türkiye çok farkli bir ülke olabilirdi. Bu tür olaylarin yarattigi travmatik etkiler olaganüstü durumlara yol açiyor. Türkiye’de Islami hareketin gelisimine askerin bu sekilde müdahale etmesi hem Islamcilar, hem Türkiye’nin, herkesin aleyhine olmustur. Simdi sanki Islamcilar belki çok mutlu gözüküyorlar ama sonuç olarak bu disaridan müdahaleler iyi seyler degil. En önemli bilanço bence budur. Ikinci ve en çarpici bilanço 28 Subat’taki hedeflerin hiçbirinin tutmadiginin çok kisa bir süre sonra anlasilmasidir. 28 Subat’in söyle bir hayri oldu. 28 Subat askeri vesayetin sonlandirilmasini hizlandirma efekti yapti. Eger o deneyimler yasanmamis olsaydi belki AKP bugün askerin siyaset disinda birakilmasina bu kadar canla basla ugrasmazdi. Tabii burada 27 Nisan’in da bir etkisi vardi ama 28 Subat’ta agizlari yanmis olduklari için oradan kendilerince bir ders çikarmis olduklarini görüyoruz. 28 Subat çok acilara ve çok büyük tatsizliklara yol açti ama sonuç olarak baktigimiz zaman bence en önemli sonucu, askerin gidisini hizlandirmak olmustur.

Peki solun 28 Subat karsisindaki pozisyonu neydi sizce?

Bir, 28 Subatçilari destekleyen tahminimin ötesinde bir sol var. Bu çok büyük bir ayip. Bir diger tavir, ‘Ne seriat ne darbe’ tavri. Bu aslinda makul gibi görünüyor ama sonuçta baktiginiz zaman ‘seriat’ dediginiz sey muhayyel bir seydir, olup olmayacagi belli olmayan bir sey. Ama darbe yapildi.

O durus da problemli diyorsunuz...

Evet, muhayyel bir sey ile somut birseyi esit oranda elestirdiginiz zaman bu sizin inandiriciliginizi zayiflatiyor.

Vatan gazetesindeki dizinizde ‘28 Subat’in kaybedeni Erbakan, kazanani Gülen oldu’ diye yazdiniz. Peki 28 Subat Gülen cemaatinde bir degisime yol açti mi?

Su çok açik, Ordu, Gülen Cemaati’ni Refah’tan daha tehlikeli görüyordu. Ama Gülen bunun ya farkina varmadi ya da varmak istemedi. Sandi ki, Refah Partisi’ni yalniz birakirsa kendisi kurtulur. Çünkü o medyada bazi kesimlerin az önce söyledigim kendisine ‘ilimli Islam’ diye sahip çikmasinin askere de yansiyacagini sandi ama olmadi. Çok büyük bir stratejik hata yapti ve hatta ben bu hatanin kendi içlerinde tartisildigini da biliyorum. 28 Subat’taki tavrin özellikle gençler içerisinde elestirildigini biliyorum. Ama 28 Subat’in etkisi çabuk bittigi için bunun da üstünü örttüler. Çok becerikli bir olusum Gülen hareketi. Ama bence bunun travmatik etkileri olacaktir. Bunu ben sik sik yazarim ve hep de rahatsiz olurlar. 28 Subat’taki tavirlari ‘beni alma, onu al’ böyle özetleyebiliriz. Ve baktilar ki, sonra risa kendilerine de geldi ve çok sert bir sekilde geldi. Burada kaybeden, kazanan meselesinde su önemli. Erbakan inat etti eski çizgisinde ve kaybetti. Fethullah Gülen hareketi ise döneme uygun formüller gelistirdi ve 28 Subat’in o travmatik ortaminda gücüne güç katti ve neredeyse Türkiye’nin tek cemaatine dönüstü. Erbakan’in ögrencileri belki kazandi ama kendisi kaybetti.

Ayni dizide, Gülen hareketinin MIT krizindeki tutumunun, tarihindeki en büyük hatalarindan biri oldugunu yazdiniz. Bu bu karsi karsiya gelisi Ali Bayramoglu da, ‘ittifakin sonu’ gibi yorumladi. Nasil anlamamiz lazim bu durumu?

Ben bunu çatirdama olarak görüyorum. Yeni tür bir iktidar savasi. TSK devre disi kalinca Hükümet ve Gülen hareketi bas basa kaldilar ve aralarinda kiyasiya bir rekabet var. Buradan illa ki, bir yollarin ayrilmasi çikmayabilir. Bambaska bir sey de olabilir. Tekrar kaldiklari yerden de devam edebilirler ki, bu zor bence. Bir seylerin degisecegi kesin ama bunu yollari tamamen ayrilacak biçiminde söylemek çok zor. Çünkü hem AKP hem de Gülen hareketi bunu kendi tabanlarina anlatamaz. Gülen hareketi ‘artik bizim AKP ile hiçbir iliskimiz kalmadi dese bile –demez ama- yine içinde bir sürü insan AKP’ye oy verecektir. Ayni sekilde hükümet hiçbir sekilde selam sabah vermeyin dese de AKP içindeki birçok kesim ve hatta bürokratlar onunla iliskisini bir sekilde sürdüreceklerdir. Yani cemaatlerin basindaki kisilerin, siyasi konularda böyle bir tavir almasi cemaatin üyelerine birebir yansimayabilir.  Ayni sekilde siyasetçilerin de cemaatle ilgili açik tavir almalari tabanlarina birebir yansimayabilir. Ben buradan kisa vadede bir kopus beklemiyorum ama inisiyatifin hükümette oldugunu düsünüyorum. Cemaat hükümetin çizdigi alana büyük ölçüde riayet ederse kavga yatisir. Ama Hükümetin çizdigi alani asmak isterse kavga devam edecektir. Burada sinirlari çizecek olan tarafin Cemaat oldugunu sanmiyorum. Böyle bir güçleri yok, zaten mesruiyeti de yok. Hükümet mesruiyetini sandiktan aldi. O anlamda Basbakan’in ‘seçilmisleri atanmislara kul etmeyiz’ lafinin bu yeni tür iktidar savaslarinin klise lafi oldugunu düsünüyorum.

Son olarak, Türkiye 28 Subat’tan ne ögrenmeli?

Ögrenilmesi gereken önemli sey su; sandiktir demokrasilerde esas olan. Asker siyasete müdahale ettigi zaman muhakkak yanlis bir sey yapiyordur. Askerin iyi müdahalesi diye bir sey olmaz.


ANDIÇLAR BITMEDI, SIMDI BASKALARI YAPIYOR

28 Subat’in önemli unsurlarindan biri de andiçti. Bugün bu açidan hangi durumdayiz?

Andiçlar bitmedi. Simdi andiçlari baskalari yapiyor. Ben kendim bundan birinci dereceden magdur olmus birisiyim. Birçok kisi magdur oldu. Hatta bazi arkadaslarimiz bu ançdiçlar yüzünden içerideler Ahmet’in (Sik) ve Nedim’in (Sener) içeri girmelerinde birilerinin yine medya üzerinden yaptigi andiçlar, dezenformasyonlar, asparagaslar, iftiralar birinci derecede etkili oldu. Birçok kisiye yaptilar, yapmaya devam ettiler.

Son tutuklananlarla birlikte 100’den fazla gazeteci bugün cezaevinde...

Onlarin büyük kismi Kürt medyasindan ve sol medyadan oldugu için, onlar genellikle baska bir konseptte aniliyor. Ama söyle söyleyeyim, hepsi içeri alinmasa da, bazi gazeteciler hakkinda özellikle Kürt konusunda, 28 Subat’ta da dikkat edin, ‘irtica ile mücadele’ deyip, aslinda Kürt sorunuyla ilgili bir hesap da görmek istediler. Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand da bu konuda tavirlarindan ötürü hedef oldular. Bugün ayni sekilde Kürt sorunu konusunda duyarli olan birtakim aydinlara ve gazetecilere andiçlar yapiliyor. Dün asker yapiyordu, simdi baskalari yapiyor. Ayrica bugün andiçlanan gazetecilerin issiz kaldigini görüyoruz. Isin komik tarafi, 28 Subat’taki andiçlari elestirenler, bugün kendileri benzer tutumlariyla meslektaslarinin issiz kalmasina zemin hazirliyor. Bunlar aynen sürüyor ve yine Kürt meselesi ekseninde sürüyor.

MEDYANIN TAVRI TAM BIR YÜZ KARASIYDI

Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutani Oramiral Güven Erkaya, ‘Bu defa isi silahsiz kuvvetler halletsin’ diyerek medyaya rol biçmisti. Bugün pek çok köse yazari ve gazete 28 Subat’a elestirel yaklasabiliyor, o zaman medyanin tutumu nasildi?

Yüz karasiydi. Allah için basindan beri demokrasiden yana, serinkanli tavir alan bazi insanlar vardi, ama medyanin tavrina genel olarak baktigimiz zaman tam bir yüz karasidir, hele bazi isimler için bir rezalettir. Ben o tarihlerde bir muhabirdim, köse yazari filan degildim. O tarihlerin benim açimdan özel bir anlami da var. Esim Amerika’da üniversitede idi. Bölünmüs durumdaydim. Bazen Amerika’ya gidiyordum, bazen Türkiye’ye geliyordum. Çok aktif bir gazetecilik yapmiyordum. Ama benim gibi Islami hareketleri bilen ve düsman da olmayan birinin o dönemde pek gazetecilik yapma sansi da yoktu. Ama sunu da biliyorum, Islami hareketler hakkinda az buçuk bilgisi olanlarin bu bilgilerini TSK’nin hizmetine verdiklerini de biliyorum. O da ayri bir ayipti. O dönemde hazirlanmis medyaya, yargi organlarina, çesitli kesimlere verilen brifinglerde Islami hareketlerle ilgili anlatilanlari basindan okudugumda gülüyordum. O dönemde AKP’ye bu biçimde yanasan gazetecilerin büyük bir bölümü daha sonra AKP’nin kuyrugunda gazetcilik yapti ve çok da fazla özelestiri yaptiklarini görmedim. Ilginç olan 28 Subat sürecinde kendileri Islamci olmamakla birlikte askere karsi Islamcilarin haklarini savunan bazi isimlerin bugün AKP’ye de elestirel tutum gelistirebildiklerini görüyoruz.

Mesela Nuray Mert.

Evet. Onun gib çok az sayida insan vardi ve o dönemki medya nabza göre serbet vermekle mesguldü. Sunu da vurgulamak istiyorum, o dönem birden Fethullah Gülen öne çikti. RP’ye karsi gedik açma adina Gülen propagandasi yapanlar da oldu.

VERILI ORTAMDA DARBE OLMAZ AMA...

Türkiye’de 10 yilda bir darbe tartismasi yapilirdi. Bugün bu yapilmiyor. Neye yormaliyiz, Türkiye çok mu demokratiklesti de böyle oldu, yoksa baska bir süreç mi yasiyoruz?

Ben artik bugünkü verili ortamda darbenin olabilecegini sanmiyorum. Ama son MIT krizine ve Hükümete yakin bazi isimlerin, MIT krizini 27 Nisan’a benzetmesi, ‘sivil darbe girisimi’ olarak yorumlamasi ilginç kiliyor isi. Yani siz askeri devre disi birakabilirsiniz ama, hala devlette bir takim bürokratik mekanizmalar çok güçlü bir sekilde varsa, demek ki, müdahale imkani her zaman var. Asker olmadan da darbe olabilir. Müdahale olabilir, müdahale girisimi olabilir. Demokratik süreçleri seçilmemis kisilerin yön verme girisimleri olabilir. Bu olay gerçekten de böyle bir olay. MIT Müstesari’nin çagrilmasi. Orada çok açik Hükümetin bir takim siyasi kararlarini sorgulama tutumu var. Oslo sürecini, Imrali görüsmelerini.. Bu çok açik...Bir anlamda AKP’ye yarginin bir müdahalesi. AKP’ye kapatma davasi açmakla benzerlikler tasiyor.

YARIN: Prof. Dr. Mehmet Bekaroglu ile röportaj.