Suçlu yakalasin diye takilan kameralar...

Suçlu yakalasin diye takilan kameralar...

Suçlu yakalasin diye konan kameralar, Türkiye`de nasil bir polis siddeti yasandigini gözler önüne seriyor. Daha dogrusu serme potansiyeline sahip: "kaybedilmedikçe"..

Sokaklara, meydanlara, caddelere gözetleme kameralari takilma kararinin alindigi günleri herhalde hepimiz hatirliyoruz. Hakli olarak tepkiliydik. Devlet, sistem bizi gözetleyecekti. Büyük birader, büyük göz, ne yaptigimizi an ben an izleyecekti. Mahremiyetimiz kalmamisti, yaptigimiz her hareket devlet tarafindan kaydedilecekti. Üstelik bunu suçlulari bulma gerekçesiyle yapiyorlardi. Bulduklari gerekçe de dogrusu ilk bakista mesru görünmekle beraber devletin gözetleyici, kaydedici rolünü yeniden üreten, mutlaklastiran, onun itirazsiz kabulünü doguran bir argümandi.

Tabii ki bu itirazlara devlet kulak asmadi. Kameralar kentin belirli yerlerine, gitgide sokak baslarina bile takildi. Basta (zaman zaman hala) gerçekten de suçlularin yakalanmasina ya da kritik vakalarin aydinlatilmasina yaradi. Gitgide sirketler, AVM’ler her cins büyük “kurum” da hem bina disini hem de bina içini kamera ile kontrol eder hale geldi. Her hareket kameralara yansiyordu ve bunu bilmek gerçekten asap bozucuydu. Gerçi bu büyük sirketlerin, kurumlarin “kamera” operasyonlari daha çok çalisanlari denetleme, yemek/sigara aralari uzatiliyor mu, ise saatinde geliniyor mu gibisinden kontrol kurma amaçliydi ve bu “büyük göz” mantigi hala sürüyor. Ama zamanla insanlar bunu hesaplayarak davranmaya basladilar. Ve kameralar giderek hayatimizin bir parçasi oldu. Birakin irili ufakli sirketleri, kurumlari, plazalari, küçük dükkanlar da kapinin üzerine bir kamera konduruyor, hirsizlik vakalarinda en azindan ellerinde bir görüntü oluyordu. Öyle de oldu, birçok hirsizlik vakasi bu kameralar sayesinde aydinlatildi. Ancak yine de hayatin bu ayrintida kaydedilmesinden rahatsiz olmak mesruydu, mesrudur. Sokaga çiktiginiz andan itibaren her hareketinizi kameralar tarafindan kaydedildigini bilmek iyi bir his degil. Zamanla buna alismak ve hareketlerimizi buna göre düzenlemek de.

Neyse fazla uzatmayayim, lafi getirecegim yer belli. Bir asamada fark ettik ki bu kameralar sadece suçluyu yakalamaya yaramiyor. Polisi yakalamaya da yariyor. Evet memleketimiz polis siddetinin pervasizca yasandigi, saptanan vakalarda yarginin genellikle polisten, kolluk güçlerinden yana tavir aldigi, delillerin bir yerlerde kayboldugu ya da degistigi bir memlekettir. Dolayisiyla kendi halinde bir vatandasin polisten gördügü siddeti ispatlamasi ve polisi/devleti mahkum ettirmesi çok ama çok zordur. Hele ki bu siddeti gören Kürt, Alevi, Roman, escinsel, trans, hayat kadini ya da Afrikali ise maça zaten 10-0 geride baslamis demektir. Ilerleyebilmek için vakanin medyada görünür kilinmasindan baska sansiniz yoktur, ki o bile gerçek bir sans sayilmaz. Yoksa mesele kaybolur gider.(Yeri gelmisken: Ismail Saymaz’in “Sifir Tolerans” adli kitabi polis siddetinin su saydigim gruplar söz konusu oldugunda nasil daha da pervasizlasabildigi konusunda gayet iyi bir örnek. “Memlekette irkçilik yoktur” argümanini gözden geçirmemiz gereken vakalardir bunlar. Polis siddetinin kimi gruplara nasil daha “rahatça” yönelebildigini gözler önüne serer)

Ne diyorduk, evet mesele kaybolur gider. Ancak kameralarin hayatimiza girmesiyle bu konuda bir asama yasandigini kabul etmeliyiz. Polis siddetinin, iskencenin karakol içinden (ki bu konuda da hala trajik vakalar yasanmakta) karakol disina, sokaklara, köse baslarina, polis arabasi/otobüsü için tasinmasi, siddeti daha da görünür kildi. Evet elbette ki bu “sokak siddeti” kameralar öncesi dönemde de vardi ancak artik karakol iskencesinin, siddetinin gerek mevzuat, gerekse AIHM davalari/tazminatlar açisindan “sürdürülebilir” olmaktan çikmasi, bu siddetin “disarida” yani bir anlamda kayit disi yasanmasini getirdi. Ve bu siddet disarida yasandikça, kameralara (“kayda”) yansima ihtimali/örnekleri de çogaldi.

Dolayisiyla söyle bir duruma geldik. Suçlu yakalasin diye takilan kameralar, daha çok polis siddetini görüntüler hale geldi. Çok dikkatli bir arastirmaya girmeden söyle bir hafizamizi yokladigimizda bile son günlere yansiyan birçok vaka sayabiliyoruz. Antalya’da bir otoparkta 3 göstericinin bir grup polisçe dövülmesinin kameralara yansimasi, Istanbul’da bir apartmana siginan bir grup göstericini yine polis siddetine maruz kalmasi, biraz geriye gidersek Istanbul Fatih’te otomobil kullanan bir kisinin esinin ve çocugunun gözleri önünde bir grup polis tarafindan dövülmesi, Izmir’de bir kadinin karakolda polisler tarafindan dövülmesi, detayli bir taramaya gerek kalmadan ilk agizda hatira gelenler. Adli dosyalara girmemis örnek ise muhtemelen yüzleri, binleri bulabilir.

Son ve en önemli vaka ise bilindigi gibi Eskisehir’de Ali Ismail Korkmaz’in –taniklarin ifadelerinden anlasildigi kadariyla- bir grup resmi/sivil polis ve sivil tarafindan sopalarla dövülmesi ve bu dayak sonucunda günlerce komada kolan Korkmaz’in hayatini kaybetmesi. Ve elbette Ankara’da Ethem Sarisülük’ün polis tabancasindan çikan mermilerle basindan vurularak hayatini kaybetmesi. Sarisülük vakasi normal kameralara da yansidigi için ne olup bittigini görebildik. Sokak kameralari ise ne hikmetse tam vurulma aninda açi degistirdi. Ali Ismail Kokmaz vakasinda ise bazi görüntülerin emniyete gittikten sonra “bozuldugunu” anliyoruz. Ancak yine de elde bir fikir edinmeye yetecek görüntüler var.

Yani yeni bir asamaya daha geçtik. Kameralar polis siddetini kaydettikçe “devlet” için bir bas belasi haline geliyor. Ve devlet, gerekli gördügü durumlarda bu kamera kayitlarini imha ediyor, kaybediyor, bozuyor, açisini degistiriyor. En kritik davalarda kamera kayitlari buharlasiyor. Evet elde kalan bile kamuoyuna bir fikir veriyor ama “delil” olma özelligine gelince, görünmez bir el isin içine giriyor.
Velhasil yasanan, memleketin halini de özetliyor. Kameralar, polisin, devletin basina beladir. Suçlu yakalasin diye konan kameralar, Türkiye’de nasil bir polis siddeti yasandigini gözler önüne sermistir. Daha dogrusu serme potansiyeline sahiptir, “kaybedilmedikçe”.. Bilemiyorum kameralari kentlerin dört bir yanina monte eden “sistem”in aklinda böyle bir ihtimal var miydi..

Dolayisiyla kisisel olarak söyle bir açmaz içindeyim. Evet kentin dört bir yaninin kameralarla donatilmasi, tercih edilecek bir durum degil, yazinin basinda bunun gerekçelerini saymaya çalistim. Fakat beri yandan gördügü islev de ortada, her ne kadar “engellenmeye” çalisilsa da. Neyse, benim ya da benim gibilerin yasadigi açmaz tabii ki önemli degil. Önemli olan bazi sorularin cevabini bulmak. En basta da su sorunun: Ali Ismail Korkmaz’i kim öldürdü?

“Biz üzüntüden ne yaptigimizi biliyor muyuz?”

Dönüp tarihine baktim. 8 Mayis’mis. Basbakan Erdogan bir gece vakti bir toplantida konusuyor yine, her zamanki gibi konudan konuya atliyor. Tüm haber kanallari yayinliyor elbette. Denk gelince ister istemez bakiyor insan ne diyecek diye. Neyse konu bir asamada Yassiada’ya geldi. “Yasliada” dedi Erdogan, bunu bilerek söyledigini belli eder bir vurguyla. “Oraya Demokrasi müzesi yapilacak” dedi. Ve ekledi: “Tabii oteller ve villa tipi konutlarla..” O vakit bu magduriyetten bile “insaat” çikmasi yadirgandi ama bu sözler pek ses getirmedi.
Dün Radikal’in mansetinde Yassiada vardi. Ömer Erbil’in haberine göre ada için insaat izni çikmis, SIT karari kaldirilmis. Yüzde 5 olan yapilasma izni de yüzde 65’e çikarilmis. Adanin neredeyse tamamina bina yapilabilir gibi anlayin siz bunu.

Yassiada hepinizi bildigi gibi Adnan Menderes ve Demokrat Partililerin yargilandigi ada. Istanbullularin hafizasinda, siyasi görüsü ne olursa olsun, Menderes’in haksiz yere devrildigini, yargilandigini, asildigini düsünen herkesin hafizasinda hiç de iyi bir yeri yok. Evet buraya hele ki yargilandigi spor salonuna bir müze yapmak iyi bir fikir. Ama otel ve villalarla birlikte? Ve bunun için SIT kararlarini kaldirarak, adanin yüzde 65’ini yapilasmaya açarak? Üstelik bu bitmek bilmeyen imar ve rant istahina bir de Menderes (ve diger DP’lilerin) hatirasini alet ederek?
Söyle bir hamleyi ezkaza merkez sol ya da baska bir hükümet yapsaydi, AKP’den gelecek itirazlari düsünebilmek zor degil. Yeri gögü yikarlardi. Evet AKP’nin bir özelligi de bu. Her seyi yapmaya (köprü, kanal, kisla, nükleer, HES, otelli müze) haklari olduklarini düsünüyorlar, çünkü fitraten hakli olduklarini düsünüyorlar. Fakat bu hakikaten ibretlik bir hamle oldu. Sorsaniz belki de “Ya bu nedir Allah askina” diye, belki de su cevabi verecekler: “Ya biz üzüntüden ne yaptigimiz biliyor muyuz?”

Gerçekçi olursak elbette ki böyle diyeceklerini zannetmiyorum. Ama yapacaklari açiklamayi dogrusu merak ediyorum.

YETVART DANZIKYAN

YETVART
DANZIKYAN/adikal