ULUSALCILARIN TSK (TÜRK SILAHLI KUVVETLERI) ASKI ÜZERINE

ULUSALCILARIN TSK (TÜRK SILAHLI KUVVETLERI) ASKI ÜZERINE

Türkiye Cumhuriyeti devleti, 90 yillik tarihinde birçok askeri müdahaleye sahne olmus ve siyasal sistemi basta anayasasi olmak üzere ona göre sekillenmistir. Bu gün ülkenin yine en önemli sorunlarindan birisi asker siyaset iliskisidir.

ULUSALCILARIN TSK (TÜRK SILAHLI KUVVETLERI) ASKI ÜZERINE

Türkiye Cumhuriyeti devleti, 90 yillik tarihinde birçok askeri müdahaleye sahne olmus ve siyasal sistemi basta anayasasi olmak üzere ona göre sekillenmistir. Bu gün ülkenin yine en önemli sorunlarindan birisi asker siyaset iliskisidir. Türk ordusu 90 yildir rejimin koruyucusu oldugunu sürekli tekrarlamaktadir. Yalnizca koruyucusu degil belirleyicisi de olmustur. Bu gün halkin %99’unun itiraz ettigi bu anayasayi da 12 Eylül askeri diktatörlügü yapmistir. Kisacasi bu gün yasadiklarimizin birincil sorumlusu Ordu’dur. Bu gün kendisini yutmaya çalisan “Frankestayn”in yaraticisi da yine kendisidir. Sömürü düzenine karsi duran “Sol”un gelismemesi için gericilige prim veren bu düzenin kendisidir.

Kamuoyunca Ulusalci diye tanimlanan ya da kendilerini kisaca bu sekilde tanimlayan siyasi çevrelerin TSK sevgisi ya da sahiplenmesi üzerine bir sorgulama yapilmasi gerektigi kanaatini tasiyorum. Bu çevreler kendilerini, ayni zamanda devrimci, solcu olarak da tanimliyorlar. Yani asgari düzeyde demokrasiden yana olduklarini ifade etmektedirler. O zaman sahiplendikleri kurumun da en azindan demokrasi yanlisi olmasi gerekmez mi? O zaman genel olarak Ordu’ya özelde ise TSK’ne daha yakindan bir bakmakta yarar var.

Ordu bir ülkenin en önemli bir kurumudur. Tüm halk için de gözde bir teskilattir. Ülkenin bagimsizligini koruyacak olan silahli bir kurumdur. Kendi alanlarinda ne kadar bilgili ve donanimli olurlarsa uluslar arasi prestiji o kadar yüksek olur. Tüm dünyada ( bazi demokrasi ile yönetilmeyenler hariç), ordular dis düsmana karsi ülkeyi koruma ve kollama görevi ile yükümlüdür. Yani dis ülkelerden gelebilecek tehlikelere karsi her türlü tedbirin alinmasi ile görevli bir kurumdur. Bizde ise, TSK’nin görev alani belirlemesinde “iç ve dis düsman” belirlemesi yapilarak bir de “iç düsman” olgusu yaratilmistir. 1950’li yillarindan itibaren, Komünizm degismez bir iç tehdit olarak belirlenip halka lanse edildi. Her türlü hak arayisinin karsisina komünistlerin anarsist hareketleri yalanini topluma giydirip, demokratik tüm taleplerin bastirilmasini sagladilar. Ülkede, bir iç düsman tehdidi ve tehlikesinin varligi devamli tekrarlanmistir. Bu iç düsman genellikle sol ve çevresi olarak belirlenirken zaman zaman, Kürtler, Aleviler, Seriatçilar da iç düsman olarak tanimlanmis ve bu tehlikelere karsi da devamli bir olagan olmayan bir hal uygulanmistir. Bu sebeple de, demokrasinin kurumsallasmasina ve örgütlü bir toplumun olusmasina firsat taninmamistir. Devamli iç düsman tehlikesi bahanesi ile emegin örgütlenmesi ve özgürlesmesinin önü kesilmis demokrasiye bir türlü geçis saglanamamistir. Bu durum gelir dagilimindaki esitsizligi büyütmüs, yolsuzluk ekonomisini dogurmus, ülke yapmasi gereken kalkinma hamlelerini gerçeklestirememistir. Her iki ayda  bir yapilan MGK (Milli Güvenlik Kurulu) toplantilarinda iç tehdit ve tehlike belirlenip ona göre alinmasi gerekli tedbirler, seçilmis hükümetlere uygulatilmistir. Sözde ülkeyi seçimler sonucu çogunlugu saglamis olan iktidarlarin yönetmesi gerekir iken,  MGK kararlarinin, hükümet üzerinden uygulattigi bir sisteme dönüsmüstür. Bunun adina da demokrasi denmistir. O zaman sormak gerekmez mi; iç güvenlik kurumlari (emniyet Jandarma gibi) ne ise yariyor, bu kurumlar niye var? Iç tehdit ve tehlikeler, yasanan kaos gerekçeleri ile ülkede sik sik darbe uygulanmis ve bir türlü demokratik bir düzene geçilememistir. Her darbe sonrasi emek kesimi daha zor durumda kalmis, yolsuzluklar artmis, özgürlükler kisitlanmis ve ülkenin kalkinmasinin önü tikanmistir. Ülkemizde çok büyük katliamlar yasanmis ve bu katliamlar sirasinda CIA elemanlari ülkede cirit atarken ne hikmetse bu yabancilar tehlike olarak görülememistir. Yani asil dis tehlike görülememistir. Yine ne yaman çeliskidir ki, dis düsman tehlikesi yokken silahlanmaya olaganüstü bütçeler ayrilmistir.  Bu gün 12 Eylül darbesinin yapmis oldugu agir darbelerin sonuçlari 34 yildir temizlen(e)miyor. Hala da demokratiklesme yolunda önemli bir adim atilmis degil. Her gelen iktidarlar 12 Eylül yasalarini kendileri için bir imtiyaz olarak kullanmaktadirlar. Bati demokrasilerinde ordunun görevi, ülkeyi dis düsmana karsi korumakla sinirlidir. Bizde ise karismadiklari alan kalmamistir. Bir de “ordu siyasetin disindadir” demezler mi? Oysa ki siyasetin tam içindedirler. Adeta partiler üstü parti gibidirler. Ve yine ne yaman çeliskidir ki, Sivas Madimakta insanlar yakilirken, basbakan vekilinin talimatlarina ragmen müdahalede bulunulmamistir. Kahraman Maras katliaminin bir nolu saniginin soyadi, TSK tarafindan koruma amaci ile degistirilmesi (Ökkes Kenger’in kendi ifadesi) saglanmistir. “Ülkeyi bölmek isteyen iç ve dis düsmanlar” cümlesi, beyinlerimize kazinmistir. Ne hikmetse bu iç düsmanlarin üzerine gidiyoruz diye devamli en insani hak ve özgürlükler kisitlanmistir. Gerici irkçi ve yolsuzluklarin ise önü açilmistir. Sonra ise destekledikleri gericiligi bir iç tehlike olarak adlandirmaya baslamis ama yetistirdikleri frankestayn simdi kendilerini de yemeye çalismakta ve bu ülkenin muktediri artik biziz demektedirler. Kisacasi bu vesayetçi sistem ve anti demokratik rejim her açidan ülkeyi geriye tasimistir. Ülkenin yer alti ve yer üstü kaynaklari heba olmus, 66 yillik tarihi olan Israil’den silah alan bir ülke durumuna düsürülmüsüz. Peki iç tehditler karsisin da durum bu kadar vahim iken peki ya dis düsmana karsi ne durumdayiz? Iste orasi biraz soru isareti. Çün ki, bir savasa girmis degiliz. Yalnizca 1974 Kibris hareketine katildik. O zamanda kendi gemimizi kendimiz torpilledik. Dis düsmana karsi nasil hazirlikli oldugumuzu anlatmasi açisindan önemli bir örnektir. Ya da Irak’ta Amerikan askerleri askerlerimizin basina çuval geçirebilmekte, buna karsin Uludere Roboski de kendi vatandaslarimizi bombalayip öldürebiliyor ve sorumlusunu da bir türlü tespit edemiyoruz.                                                                                                                            Bütçeden ise aslan payini alan TSK, Egitim, Saglik ve Adalete ayrilan bütçenin birkaç katini alirken baris döneminde bu bütçe hangi biçimde degerlendiriliyor bildigim kadari ile denetimi de yoktur, en azindan sivil kurumlarca. Denetlenmesini istemeye de kimse cesaret edemiyor. Buna durumu daha iyi anlatmasi için, bir yolsuzluk olayini hatirlatmakta yarar var. 1976 yilinda bir Amerikan sirketi olan Lockheed firmasi,  uçak sattigi ülke devlet adamlarina çok büyük rüsvetler verdigi ortaya çikti. Bu firma hangi ülkede kime rüsvet verdigini de isteyen ülkeye bildirdi. Rüsvet alan bütün ülkelerdeki devlet yetkilileri yargilanip cezalandirildi, yalnizca Türkiye’deki rüsvetçi yargilanmayip cezalandirilmadi. Uçagi alan Hava Kuvvetleri Komutanligi ne yazik ki sorgulanmadi. Bu skandal yalnizca bizde teshir edilmeyip üstü örtüldü. Ugur Mumcu yazilarinda ve kitaplarinda bu skandali belgeleri ile yazdi ama netice degismedi. Güney doguda Kürt halkina yönelik verilen savasta ise binlerce insanimiz ölmüs, katledilmis, faili meçhule gitmis, ülke ekonomisinin büyük bölümü buralarda harcanmis, dönüp baktigimizda sonuç aci bir tablodur. Bir ordu kendi donati ürünlerine yönelik sanayi ve teknoloji gelistirmesi gerekir iken otomobilden çimentoya bir çok alanda sanayi olusturmayi kendi görev alani içerisine almistir. Bu gün de bu kuruluslar çok uluslu kuruluslara devredilmeye baslanmistir. (Oyak, Adana çimento, AXA sigorta, Renoult bunlardan bazilari).Emperyalist güçlere karsi kurtulus savasini kazanarak bu ülkenin temellerini atmis olan Mustafa Kemal’in ordusu bu gün gelmis oldugu nokta iste budur. 1960, 1971 ve 1980 de olmak üzere 3 hükümet darbesi ve çok sayida muhtira yapmis olan ordumuz iç düsman gerekçeleri ile demokrasinin kurumlasmasina firsat tanimamistir. Adaletsizlik, esitsizlik ve yoksulluk giderek büyümüs, yolsuzluk ve issizlik tavan yapmis, egitim ve saglik politikalari dibe vurmus, özellestirme ile en degerli kuruluslarimiz çok uluslu sirketlere peskes çekilmis ama bu gelismeler ülke için bir tehlike olarak görülmemistir. Halk depolitize olmus ve çaresizlesmistir. Emperyal güçlerin dayattigi ilimli Islam projesi 12 Eylül rejimi sayesinde ülkede rejimi degistirme noktasina getirmistir. Halkin önemli bir bölümü, laik Cumhuriyeti tartisir duruma gelmistir. Bu sonuç 12 Eylül’ü yapan TSK’ine aittir. Devletin hukuksal yapilanmasini olusturmus olan 12 Eylül anayasasi ile kurumsal niteligi olan MGK kararlari ile ülkenin temel yasalari belirlenmektedir. Siyaseten bir sorumlulugu olmayan TSK mensuplarinin isledigi suçlarda sivil mahkemeler bakmaya yetkili degildi. Ülke yönetimine bu kadar çok karisan bir ordu, özünde siyasete karismis bir yapidir. Sonuçlardan ise birinci dereceden sorumludur. Ülkenin özgürlesmesinin önündeki en önemli engel 12 Eylül projesidir ve bu gün bu sistem hala sürmektedir. Günümüz Türkiye’sinde, hala neden Türk ordusu kendini, rejimin tek koruyucusu olarak görüyor olmasi, üzerinde düsünülmesi gereken bir durum degilmidir?

Biraz da ülkemizde yasanan katliamlarin birçogunda parmagi olan “kontrgerilla”nin TSK ile olan iliskilerine bir bakalim. Kontrgerilla, Nato’ya bagli ülkelerde sol örgütlenmeye karsi CIA’nin Türkiye’de ve benzeri ülkelerdeki yapilanmasidir. Nato, üye ülkelerde kurmus oldugu Nato birimini ilk olarak 1952 yilinda Türkiye de “seferberlik tetkik kurulu” olarak kurmustur. Genelkurmay baskanligina bagli “özel harp dairesi” çatisi altinda faaliyet yürütmüstür. Kontrgerilla, TSK içinde ki CIA’nin yasa disi olarak örgütlenmesidir. Bu örgütlenme Türkiye’nin bagimsiz olarak kendi kaynaklarini degerlendirerek kalkinmasini, demokratik özgür ve güçlü bir Türkiye’nin kurulmasini engellemek için gelisen demokrasi taleplerini sürekli bastirmis, gelisen ve özgürlesen bir Türkiye’nin önünde devamli bir set olmustur. Bu ugurda mücadele veren, demokratik kitle örgütleri, aydinlar, gençler ve bilim kurumlarina bir yaftalama ile iç düsman ilan edilip sindirilip yok edilmeye çalisilmistir. Bu yönde islenen katliam ve cinayetlerde hep bu kontrgerilla örgütünün parmagi olmustur. Kahramanmaras kitle katliamlarinda CIA elemanlari teshir olmustur.

1961 yilindan itibaren CIA okullarinda yetisen ve adlarina “Baris Gönüllüleri” denilen ama aslinda hepsi ABD çikarlari için dünyanin dört bir yanina gönderilen bu özel savas elemanlari gittikleri her ülkeyi karistirmislardir. 1952 de Seferberlik Tetkik Kurulu, 1965 yilinda Özel Harp Dairesi ve 1990 da Özel Kuvvetler Komutanligi adini almis olan bu teskilat Amerikan Emperyalizminin çikarlarina hizmet etmek üzere kurulmustur. Yasa disi kurulan bu örgütün varligi ise 1974 yilinda Genelkurmay baskani Semih Sancar’in basbakan Bülent Ecevit’ten, bir ihtiyaç için acil bir para istemesi üzerine hem iktidar hem de kamuoyu ögrenmis oldu. (Ihtiyaç ise bu kisimda görev yapan Türk personelin o güne kadar Nato tarafindan ödenen maslarinin ödenmemesiyle ortaya çikan ihtiyaçtir) Teskilati yönetenler CIA ajanlaridir. Çok iyi yetismis bu CIA ajanlari ülkemize de 1960’li yillardan itibaren kafileler halinde geldiler. Bunlarin görevi, bir ülkenin hassas yerleri neresidir? Hangi bölgeler çatisma ortamina müsaittir? O ülkelerde etnik ve mezhep durumu nedir? Bunlari arastirmak daha sonra da kendilerine verilen görev çerçevesinde o ülkeyi kaosa sürükleyecek provokasyonlari yaptirmakti. Hatta Basbakanken Bülent Ecevit’e 3 kez (biri Amerikada) suikast düzenlenmistir. 29 Mayis 1977 Izmir Çigli hava alaninda yapilan suikastte suikastçi yakalanmis, bölge karakol’unda bir polis memuru oldugu, silahtan çikan merminin ise Özel harp dairesine ait oldugu ortaya çikmis ve olaya adi karisan askerlerde derhal emekliye sevk edilmislerdir. Polis memuru ise 3,5 yil ceza almis yatip yatmadigi da belli degil.

Özellikle 1978 - 1980 dönemlerinde Türkiye’yi karistiran aciya bogan ve askeri darbeye götüren süreçte açikça provokasyonlar yaptirdilar. ABD’li diplomatlar, CIA elemanlari, Alevi-Sünni vatandaslarimizin iç içe kardesçe yasadiklari yerleri gezdiler, buralarda gizli çalismalar yaptilar. Bu durum ilgili illerin birçok valisi ya da belediye baskaninin da dikkatini çekmisti. Ankara’ya devletin  ilgili birimlerine “buralarda yabanci garip kisiler dolasiyor, çesitli görüsmeler yapiyorlar” bilgisini veriyorlar ama hükümet ve diger kurumlar gerekli duyarliligi göstermiyorlardi. Yani ABD’lilerden çekiniyorlardi. Onlara hesap bile sormuyorlar, siz kimsiniz, ne yapiyorsunuz, ne arastiriyorsunuz,  ne görüsüyorsunuz diye sormuyorlardi. Yine 1966 Haziran ayinda, Mugla Ortaca da Nurcularin isledigi Alevi katliami ayni oyunun bir parçasiydi.                                                                                                        CIA ajanlari ve yabanci birçok gizli servis ajanlari topraklarimizda cirit atiyor, kardesi kardese düsürmeye çalisiyor. Devleti idare edenler de ne oluyor diye sormuyor, müdahale etmiyor. Sonra da ülke olarak çok aci olaylar yasadik.      1960’lardan günümüze yasamis oldugumuz bütün toplumsal çatismalarin ve gerilimlerin arkasinda hep dis odaklar vardir. Toplumu sarsan sansasyonel cinayetler ve kitlesel provokasyonlarda onlarin parmagi vardir. ABD’nin Ankara büyükelçiliginde görevli ajan diplomatlarin K. Maras ve Çorum olaylari ve çesitli siyasal olaylarin dava dosyalarinda da yer aldi.  CIA’nin bu olaylarda parmagi oldugu açikça ortaya kondu. ABD büyükelçiliginde görevli Alexander Peck Çorumda bazi partilerin il baskanlari ve CHP li belediye baskani ile görüsüyor Peck denen CIA ajani duyarli bir il olan Amasya’ya da gidiyor orada görüstügü kimselere Alevi- Sünni veya Sag Sol çatismalari  üzerine sorular soruyor ve ne zaman hangi ölçülerde çatismalar çikar diye de arastiriyordu bu provokatif sorular ve ardindan ülkede yasananlar CIA ajanlarinin ülkemizi karistirmak için ne haltlar yediklerini açikça göstermektedir.

1978’de Washington tarafindan Ankara’ya gönderilen  sözde diplomat CIA görevlisi George Haris’de yaninda bazi CIA mensuplariyla Iç Anadolu, Güneydogu Anadolu ve Dogu Anadolu’yu karis karis gezdi.   Kimse bu adama sen niye geziyorsun diye sormadi. Bu alçak turistik gezi yapmiyordu. Devlet ve millet düsmani hainlerle içli disli olan Haris gibiler sinir disi edilmeleri gerekirken isbirlikçi hainler tarafindan korunuyordu.

Ey ulusalci kardesim simdi gel beraber düsünelim; hangi özellikleri sebebi ile bu kisilere böylesine büyük bir tutku ile bagli olmamiz gerekiyor. Elbette dis düsmanlara karsi güçlü ve donanimli bir ordu yaratilmasina hep beraber destek vermemiz gerekir, elimizden geleni yapalim. Köy enstitülerinin komünist yuvalari gerekçesi ile kapatilmasina göz yumulmasi nedeni ilemi sevelim. CIA elemanlari ülkeyi kaosa sürüklerken tehlike ve tehdit görülmemesi sebebi ile mi sevelim. Ya da sol’u tehlike görüp gerici güruhlarin örgütlenmesine göz yumulmasi veya Cemalettin Kaplan gibilerin yurt disinda gerici örgütlenmeler yapmasina seyirci kalinmasi nedeni ile mi bu askimiz? Her seye karisan MGK ülkenin yer alti ve yerüstü kaynaklari çok uluslu sirketlere peskes çekilmesini tehlike görmedigi için mi sevelim? Yahut 34 yildir darbe yasalari ile ülkenin yönetilmesine sebep olduklari için mi sevelim. Yoksa Erdal Eren’leri “asmayipda besleyelim mi” dedikleri için mi sevelim. Ve ya isçi sinifi hareketinin demokrasi mücadelesini anarsi ve terör eylemleri olarak ilan edip önderlerine zulmedildigi için mi sevelim? Söyleyin Allah askina bunca zulümde, demokrasinin gelismesinin engellenmesinde kimin büyük payi var? Her insanin hak ihlaline ugramasina tüm gücümüzle karsi çikalim. Hukuku adaleti herkes için isteyelim. Bu konuda yaninizdayim, ancak bunu herkes için istemeliyiz. Haksizliga ugramis olan ögrencilere, gençler, kadinlar, yurtseverler ve diger magdurlar için de istemez isek insanligimizdan süpheli olmaliyiz. Ergenekon sevdalilarina su soruyu sormadan edemiyorum. Söylermisiniz; Maras, Çorum, Sivas, Gazi katliamlari olurken bu pasalariniz koltuklarinda pasa-pasa seyretmeleri sizin içinizi hiç acitmiyor mu? 12 Eylülde 650 bin insani içeri tikip kimisinin ölümlere kimisinin iskenceler görmesine, kimisinin idam edilmesine ve ülkenin 100 yil geriye götürülmesine sizin içiniz hiç acimiyor mu? Bunca zulüm de Ergenekon pasalarinin günahsiz oldugunumu düsünüyorsunuz? Bu pasalar, “Susmak ihanettir” basligi ile 29 general ve amiral ile 23 albayin imzasinin bulundugu bir mektubu bir gazetenin genel yayin yönetmenine göndererek magduriyetlerini dile getirerek yakiniyorlar. Yakinmalarinda, haklarindaki iddiayi bir hukuk garabeti olarak nitelendirip, aydinlarin, siyasetçilerin ve bilim insanlarinin susmamalarini ve susmanin ihanete ortak olmak anlamina geldigini ifade ediyor ve tüm sivil toplum örgütleri, aydin ve bilim insanlarindan destek istiyorlar. Yukarda da belirtildigi üzere bu halk on yillardir zulüm görürken kendilerinin susmalarinin ne anlama geldiginin bir yaniti olmali. Onlar sustuklari için mi bu askimiz.                  

Ülkemizde yasayan Aleviler ve diger azinliklarin inanç ve kültürlerini tanimayan, yalnizca SÜNNI-hanefi inancini devletin dini olarak kabul edilmesini dayatan bir Diyanetin varligini göre-göre onaylayan bir TSK anlayisini mi sevelim. Yoksa suçsuz günahsiz olan Yarbay Ali Tatar’in kahrindan ölmesine susan bir TSK’ya mi asik olalim. Yada Sirnakta Umut kitapevine bomba atarak provokasyon yapan askerleri onlar iyi çocuklardir diyerek övmelerini mi sevecegiz? Bu sayin baylarin sayesinde bu gün ülkemiz ilimli Islam ülkesine dönüstügü için mi minnettariz? Yine onlarin sayesinde ülke bir ümmet toplumuna dönüsme yoluna girdigi için mi sevmeliyiz. Söyleyiniz lütfen neden sevecegiz?

Ismail Çinar cinar-i@hotmail.com Eylül 14