Her hukuk ögrencisinin ögrendigi temel bir ilke vardir; “Kanunlar lafziyla ve ruhuyla uygulanirlar.” Aslinda, yasalarin hangi ihtiyaçtan dogdugu, temel olarak neyi amaçladiginin dikkate alinmasi açisindan olumlu bir önermedir bu. Öte yandan, yasalarin gerisindeki çagi, zihniyeti, çikarlari anlamak açisindan ögreticidir de.... Örnegin, içinde bulundugumuz çagdan egemen sisteme, oradan toplumsal-siyasal yapilanma ve degerlere uzanan birçok etmen vardir ki, bunlarin yansimalarini yasalarda görmemek mümkün degildir.
Kisacasi yasalar yalniz hukuk metinleri (ve sonuçlari) degil, ayni zamanda zamanin ve toplumun ürünüdürler. Bu nedenle de teknik açidan su veya bu yasayi tek basina ele alip irdelemek, eksiklik ve aksakliklarindan söz etmek mümkün ve gerekli olsa da, asil degerlendirme “ruhu” ile ilgili olandir.
Yasalarin “ruhunu” belirleyen ögeler, kuskusuz, ekonomiden toplumsal ve kültürel degerlere, küresel düzeyden yerel ihtiyaçlara kadar uzandiklarindan çok ve çesitlidirler. Ancak bunlarin arasinda küresellesen kapitalizm ile egemen ideoloji olarak neoliberalizmin yeri baska; onlarin belirleyiciliginin ekonomiden toplumsal düzenlemelere kadar uzandigina da kusku yok. Bu açidan, günümüz yasalarinin ruhunu anlamak için önce egemen sisteme bakmak gerek.
Öte yandan, bugünkü sistem içinde ulus devletlerin egemenligi sinirlanir, ya da bu egemenlik onlarla uyum içinde varlik kazanirken, her iktidarin kendi siyasal ve toplumsal niyetini yasalara yansitma gerçegi de görmezlikten gelinemez. Örnegin Türkiye’nin anayasasindan ceza hukukuna, üniversitelerden adalet sistemine uzanan yasalarinda 12 Eylül’ün izlerini görebilecegimiz gibi, son 10 yildir karsimiza çikan yasalarda da gerçeklestirilmeye çalisilan toplumsal dönüsümün yansimalarini bulmak mümkün.
Sonuç olarak, bugün art arda karsimiza gelen yasalarin ruhu, bir yandan küresel kapitalizme eklemlenmek gayretini, öte yandan siyasal Islam’in hedefledigi toplumsal dönüsümü yansitmakta. Bunlarin daha kolay ve sancisiz gerçeklesmesi için yasalar yardima çagrilirken, bir yandan da tek adam yönetimine dogru gidisin taslarinin dösendigini görüyoruz.
GÜVENCESIZLIK YAYGINLASIYOR
Bir yanda, artik para politikalari, kamu harcamalari, vergi sisteminin yetmediginden, dereden denize, kentten ormana yagmayi “legal” hale getiren yasalar çikarilmakta, öte yandan taseronlasmadan esneklige, ücretten çalisma kosullarina güven degil güvencesizlik “yasallastirilmakta”... Siyasal-toplumsal misyon ise, 4+4+4 diye bilinen kademeli egitime geçisten, yüksek ögrenimle ilgili yasal düzenlemelere kadar uzanan yansimalariyla karsimizda.
O nedenle, ister yerel yönetimler, ister kentsel dönüsüm, ister çalisma yasami ile ilgili yasalara bakalim; ya da saglik sistemi veya egitim sisteminde yapilan degisiklikleri konusalim; hepsi farkli alanlarda yapilan ve farkli amaçlara hizmet eden düzenlemeler olsalar da, arkalarinda zamanin ruhunu ve siyasal iktidarin hedefledigi degisim ve politikalarindan baskasi yok!
Örnegin, taseron çalismanin kolaylasmasi ve yayginlasmasi, is yasasinda bunu kolaylastiracak düzenlemelere yer verilmesi ile arastirma görevlilerinin is güvencelerini yitirmeleri arasinda bag kurmamak mümkün mü? Ya da, saglik sistemindeki piyasalasma ve holdinglere yol açilmasi ile yeni YÖK Yasasi’nda hem özel üniversitelerin öngörülmesi hem kamu üniversitelerinin piyasalasmasi ve siyasallasmasinin istenmesi arasinda -arkalarindaki zihniyet açisindan- ne fark var?
HANGI BILGI?
Yeni yüksek ögretim yasasi ile akademisyenler için performans degerlendirmesi isteniyor; farkli üniversite yapilarinin ortaya çikmasi ve aralarindaki rekabetin artmasi amaçlaniyor; kamu üniversitelerinde gelirinin farkli kaynaklardan (Buna ögrenciler de dahil) saglanmasi öngörülmekte. Bunlara bakildiginda neye hizmet edilecegini de anliyorsunuz... O çok cafcafli “bilgi toplumu” mu acaba? Peki, bilgi toplumu nedir? Sermayenin isine yarayacak, üretimi ve tüketimi hizlandirmaya yarayacak, verimliligi ve kârlari arttiracak bilgilerden baskasina yer var mi bu “bilgi toplumunda”? Bunun disinda kalan bilgiler, çoktan “ise yaramaz” muamelesi görmüyor mu? Elestirel bakan, farkli söyleyen diller, farkli eyleyen kisiler –tutuklanmaktan kurtulmuslarsa- dudak bükülerek “çag disi/arkaik” ilan edilmediler mi?
Bu çerçevede, genel olarak egitimin, özel olarak yüksek ögrenimin hem kapitalizmin ruhu hem siyasal iktidarin misyonu açisindan ne kadar önemli oldugu da ortada. Bu nedenle de, “serbest ya da özerk” birakilmalari da mümkün degil! Gerçek bir demokrasiye ulasmak açisindan üniversitelerin ve medyanin özerkligi çok önemli olsa da, araç olarak o kadar kiymetliler ki, amaçlara uygun yogrulmalari kaçinilmaz!
Kapitalizm ve liberalizmin bu konuda epeyce deneyimli olduguna da kusku yok. Yani, gerektiginde yasak ve engel çikarmaktan kaçinmazlar; ama, asil yapilmasi gerekenin içten fethetmek oldugunu biliyorlar. Simdi siyasal Islam’da, bir yandan küresel sistemle entegre olup güçlenirken, öte yandan kendini güçlü kilmanin yollarini oradan ögrenmekte. Yani, Bati’nin zenginligi ve teknolojisi ile dindar ve muhafazakar bir toplumun birlikteligi, ya da kendi görüsünün egemenligini nasil insa edilecegi meselesinde bu araçlari kullanmanin pesine düsmüs durumda. Bu nedenle, çikarilmak istenilen yasada çogulculuk, farklilik, rekabet, performans degerlendirmesi, kalite, hesap verilebilirlik filan diyerek, amaçlarinin araci olacak düzenlemelerin pesinde.
MISLAR DÜNYASI
Bu nedenle üniversiteler de, bir yandan bireysel kurtulusun, basari ve güç arayisinin, tüketim kültürünün beslenip güçlendigi, öte yandan hem piyasaya hem de iktidara biat etmenin nimetlerinin ögrenildigi alanlar ve araçlar olmak durumunda!
Bir bakima, üniversiteler piyasalasir ve zapturapt altina alinirken, elestirel yaklasimlarin kökünün kurutulmak istendigi de söylenebilir. Örnegin, birakiniz sol düsünceyi, gerçekten liberal düsünceye inanan birinin bile bugünkü uygulamasi içinde liberalizmin bir yandan küresel sermayenin güdümüne girmesi, öte yandan otokratik yönetimlerle bir araya gelmekte sakinca görmemesi nedeniyle, dayandigi temel felsefenin uzagina düsmüs, ya da onu yalanci çikaracak kadar yozlasmis oldugunu söylemesi beklenir. Yani liberal anlayis çerçevesinde önerilen siyasal ve bireysel degerlerin eksiklik ve aksakliklarinin ötesinde, bugün “yalana” ya da “mis gibi ” olmaya dönüsen bir liberalizmden söz etmek daha anlamli olmakta.
Ve görünen o ki, bu toplumda, “mislar dünyasini” olagan kabul edecek beyinler istenmekte. Üniversiteler de, “mislar dünyasini” olaganlastiracak beyinler ve bilgiler üretecek.... Istenen bu!
*Yildiz Teknik Üniversitesi
YENI YÖK TASARISINI TARTISIYORUZ!
* Hükümet ne amaçliyor?
* Demokrasi ve özerklik açisindan üniversitelerin durumu?
* Üniversitelerin piyasaya açilmasi ne anlama geliyor?
* Üniversitelerde gelisen tepkiler ve nasil bir mücadele gerekiyor?