Tarih: 01.01.2018 00:00

10 yil önceki yenilgiler çaginda degiliz

Facebook Twitter Linked-in

Geçtigimiz hafta, metal isçilerinin hedefinde yine sendikalari vardi.

Renault isçilerinin,Türk Metal’in hazirladigi toplu sözlesme taslagini direnise geçerek protesto etmesi,sektörün diger büyük fabrikalarinda da yanki buldu. Patron ve sendika cephesinden gelen saldirilar ve 29 isçinin isten atilmasi,eylemleri bastirdi.
Ancak tepkiler devam ediyor.

Arastirmaci Yazar Foti Benlisoy’la, metal isçilerinin eylemlerini vesile kilarak, sinif hareketinde dünyada ve ülkemizde meydana gelen gelismeler isiginda sendikalari ve siyasal mücadeleyi masaya yatirdik.


Renault  isçileri, kendilerine danisilmadan hazirlanan sözlesmeye, dolayisiyla sendikalari Türk Metal’e tepki gösterdiler. Metal isçilerinin bu itirazini siz nasil degerlendirdiniz?
Son dönemdeki isçi mücadelelerine, sadece Türkiye degil dünya ölçeginde baktigimizda, sermayenin saldirilarina karsi mücadelenin ayni zamanda sendika içi bir mücadele hali aldigini da görüyoruz. Türkiye’de TEKEL direnisi de öyleydi. TEKEL direnisi, zaman zaman sendikaya ragmen ya da sendikayi tabandan zorlayan isçi kitlelerinin inisiyatifi ile gerçeklesmisti. Orada da sendikal bürokrasiye karsi mücadele diyebilecegimiz boyut çok belirgindi. Burada, Türk Metal’in özgün karakteri nedeniyle daha da belirgin.

Türk Metal’in özgün karakteri nasildir?
Türk Metal, 73’te MESS’in kurdurdugu, bastan itibaren isverenle içli disli bir iliski içinde olan, asiri milliyetçi söylemleri uzun zamandir ifade eden bir sendika. Dolayisiyla Türk Metal daha kurulusundan itibaren sermayenin bir ajani olarak hareket eden bir “sendika”.
Burada isçilerin temel talebi, toplu is sözlesmesinin isçilere danisarak, isçilerin onayiyla, isçilerin karar alma mekanizmalarina katilimiyla gerçeklestirilmesi, dolayisiyla sendikal hayatin demokratiklestirilmesi. Ama burada suna dikkat etmemiz gerekiyor; Türk Metal’in ne kadar “musibet” bir sendika olmasinin ötesinde, sendikal hareketin bürokratiklesmesi Türkiye’de de, dünyada da sendikal hayatin genel bir sorunu.

Son eylemler, sendikal bürokrasiye karsi mücadelenin bir tür miladi sayilabilir mi?
Milat belirlemekten sakinirim. 80’lerden itibaren isçi sinif mücadelesinde uzun vadeli bir gerileme ile karsi karsiyayiz. 80’lerin ortasinda yüzde 20-25 civari sendikali isçi sayisi bugün, yüzde 5-6’lara gerilemis durumda. Zaman zaman büyük çikislar oldu. Bahar eylemleri oldu. KESK’in sokakta insasi mücadelesi önemli bir deneyim. Yakin zamanda biraz önce konustugumuz TEKEL direnisi yasandi.
Tüm bunlara baktigimizda, yogunluguna, ulusal düzlemde yarattigi etkiye, mesruiyete ragmen bir milat teskil edemedigini, isçi sinifi hareketinin uzatmali yenilgi dönemini tersine çeviremedigini, sermaye ile isçi sinifi arasindaki güçler dengesinde, kalici bir degisim yaratamadigini görüyoruz.
Son dönemde sunu da görüyoruz ama. Sendikalasmak için, daha demokratik bir sendika için ya da is güvenligi, isten çikarmaya karsi irili ufakli direnislerin, mücadelelerin yasandigini görüyoruz. Bu direnisler, bütünlüklü bir isçi sinifi hareketinin yeniden insasi için yeterli veri sagliyor mu? Bu soru için henüz erken.
Sinifin birligini gözeten, isçi sinifini bütün kesimleriyle birlestiren bir mücadele hatti eksik. Ama bahsettigimiz yenilgiler dizisinin biriktirdigi bir takim sorunlar dizisi var. Birincisi esnek, enformel istihdam biçimlerinin, taseronlastirmanin hakim olmasi ile birlikte, eski tip sendikal mücadelenin buna dogrudan bir yanit verememesi. Bu yeni isçi kesimlerine ulasmak, sendikal mücadeleyi oralara tasimak yönünde bir takim deneyimler yasandi.
Çogu eksik gedikli ama önemli deneyimler bunlar. Henüz bu sikisikligi asabilmis degiliz. Ikinci sorun, sendikalarin bürokratiklesmesi.

Sendikal bürokratiklesme derken neden bahsediyoruz?
Bürokratiklesme derken, sadece sendikalarin tepelerini bir takim bürokratlarin tutmasindan söz etmiyoruz. Sendikalarin sadece isçilerin hakkini hukukunu savunan örgütler olmaktan ziyade, ya da bununla birlikte, isçi sinifinin siyasal ve sosyal katilimini saglayan canli örgütler hale gelmesinden, onlarin bizatihi kolektif enerjisinin açiga çiktigi alanlara dönüsmesinden söz ediyoruz. Bu çok önemli çünkü aslinda küçümsedigimiz bir sey var.

Neoliberalizm tam da bu kolektif güce saldirmiyor mu?
Evet. Neoliberalizmin en büyük basarisi, dünya ölçeginde, -özellikle Türkiye’de bunun etkili oldugunu görüyoruz- insanlarin kolektif enerjilerini, kolektif örgütlenme ve eyleme geçirme kapasitelerine olan özgüvenini zayiflatmasi, tarumar etmesi. Neoliberalizm, herkesin kisisel çözümlerle hayatini idame ettirmeye çalistigi bir yasam anlayisini dayatiyor bize. Bu, kendi kaderine sahip çikmaya dönük kolektif eylem ve örgütleme kapasitesinde bir düsüse tekabül ediyor. Biz bu düsüsü tersine çeviremezsek, yani alt siniflarin, hepimizin, kendi hayatimiza sahip çikma enerjisinde artisi gerçeklestirecek örgütlenme biçimleri yaratamazsak, bu düsüs devam edecektir.

Avrupali emekçiler her gün sokakta. ETUC çagrisiyla 23 ülkede genel grev-eylemler yapildi. Avrupa’da sendikal yapi degismeye mi basliyor?
ETUC asaginin basinci nedeniyle yapiyor bunu. Bugün Türkiye’de de hâkim olan, bir tür isçi sinifi ile sermaye arasinda aracilik yapmak, sermayenin dayattigi “reformlari”, “dönüsümleri” isçi sinifina kabul ettirmek, sermayenin taseronu ya da aracisi olarak hareket etmek seklinde özetleyebilecegimiz sosyal diyalogcu sendikal anlayisin merkezi aslinda ETUC. Konumu itibariyle sendikal bürokrasinin yapisi, isçi sinif ile sermaye arasinda, verili kapitalist düzen içinde bir pazarligi esas alir. “Sendikalarin basinda kötü insanlar var, iyi insanlar olursa sorun çözülür” anlaminda söylemiyorum bunu. Sendikal bürokrasi ile mücadele etmenin en iyi yolu, asagidaki basinci arttirmak. Bizdeki sorun, asagidan basincin az olmasi.

O halde biraz önceki soruyu söyle sormak daha dogru olacak. Türkiye’de sadece örgütlü isçilerin degil, örgütsüz isçilerin de artan eylem ve direnisleri sözünü ettiginiz basinca denk geliyor mu?
Kuskusuz sayilabilir. Toplumsal mücadelelerin -2001’i esas alirsak- çok kurak bir on yilini geride birakiyoruz. Soruya söyle bir yan ek yapayim, 2001 krizinden isçi sinifi çok ciddi bir yenilgiyle çikti. Kemal Dervis geldi, “su kadar yasa, su kadar günde” dedi ve hepsi tikir tikir geçti. Sendikal hareket buna bir yanit veremedi.
Çikan yasalarla ne oldu? Çalisma yasami, üretim iliskileri bir bütün olarak sermaye lehine dönüstürüldü. Bu durum bir büyük yenilgiydi isçi sinifi açisindan. Emek hareketinde, zaten geçmisten gelen yenilgileri pekistiren bir dagilma süreci olarak ifade buldu. Bu yenilgiyi henüz asabilmis degiliz. Isaretler var kuskusuz, Çin’e benzetebiliriz mesela. Çin’de de irili ufakli bir dizi direnis oluyor. Orda da, devlet kontrolündeki sendikalarin demokratiklestirilmesi yönünde isçilerin basinci oluyor. Bunlarin kimisini görüyoruz, kimisini göremiyoruz ama orada da burada da temel sorun isçi sinifinin bu mücadelelerine bir bütünlük kazandiracak, onlari bir alternatife dönüstürecek siyasal bir emek merkezinin olusmamasi.

Is Yasasi ile birlikte, zaten uygulanan taseronlastirma, esnek çalisma, isçi kiralama vs. ile AKP’nin çokça bahsettigi “Çinlestirme”nin önündeki engeller kaldirilmis mi oldu?
Sendikal hareketin bir sorunu da bu yasal cendereyi, bastan itibaren benimsemis, sindirmis olmasi. 12 Eylül sonrasinda çalisma yasamini düzenleyen yasalarin, sendikal mücadele açisindan bir cendere olusturdugu uzun zamandir söylenen bir seydir, dogrudur da. Ama hiçbir zaman yasalar, mücadeleyi engelleyen ana neden degildir. Yasalar kurumsal bir çerçeve çizer ama baktigimizda büyük mücadeleler, zaten bu yasal cendereyi asmaya dönük mücadelelerdir. KESK’in kurulusundaki yasalara ragmen fiili ama mesru ve militan mücadeleyi hatirlayalim mesela…


SENDIKAL HAREKETIN DAHA FAZLA KÜRTÇE KONUSMASI GEREK

Sendikalar genel olarak, ülkenin siyasal, sosyal meselelerine iliskin örnegin açlik grevleri veya Suriye meselesine iliskin söz ve eylem içinde degiller. Hatta bundan kaçiniyorlar. Böylesi daha “konforlu” oldugu için mi?
Neoliberalizmin isçi sinifi hareketi içinde yarattigi parçalanmadan söz ettik. Enformel, esnek istihdam formlarinin agirlik kazanmasi, güvencesiz çalisanlarin artmasi gibi… Baktigimizda bu kesimin önemli bir kesimi de göçe zorlanmis Kürt nüfus. Sendikal hareketin daha fazla Kürtçe konusur hale gelmesi gerekiyor bu kesimleri örgütlemek adina. Daha fazla Kürtçe konusmasi derken, Kürtlerin siyasal, toplumsal özlemleriyle, emek mücadelesi arasinda dogrudan somut baglar kurabilmeyi kastediyorum. Bu da üretim alaninda mümkün. Savasla emek hareketi arasindaki iliskiyi çok mekanik kuruyoruz. Yani “savasa degil egitime bütçe” diyoruz mesela.
Bu elbette önemli; ancak yeterli degil. Kürtlerin zorunlu göçe tabi tutulmasi, metropollerde emek piyasasinin esneklestirilmesi ve çalisma iliskilerinin deregülasyonuna dönük neoliberal siyasalara zemin hazirlayan bir ucuz is gücü yigilmasi yaratti. Savas nedeniyle göçe zorlanarak mülksüzlestirilen milyonlarca Kürt enformellesen üretim ve hizmet sektörlerinde is güvencesi ve güvenliginden yoksun bir biçimde istihdam edildi ve böylece isçi sinifinin ücretler ve çalisma kosullari açisindan en alt katmanlarinda yer tuttu. Bu anlamda, Kürt illerinde yasanan savasin yürütülme biçimiyle neoliberal yapisal dönüsümün hayata geçirilmesi arasindaki içsel baglantilar üzerine düsünmeksizin yürütülecek bir sinif politikasinin bir ayagi havada kalmaya mahkûmdur.

Dolayisiyla bu diger toplumsal sorunlar için de geçerli? Örnegin kentsel dönüsüm, örnegin anayasa…
Sendika genel merkezlerinin Türkiye’nin bütün büyük meselelerine dair yaptiklari açiklamalar degil mesele. Mesele, sendikalarin isçi sinifi içinde gerçek anlamda ne kadar örgütlendikleri, isçilerin gündelik hayatlarinda ne kadar dönüsüme yol açabildikleri. Çünkü örgütlü olmak, gündelik hayatlarimizda bir degisime tekabül etmiyorsa, sadece aidat vermek, TIS zamanlarinda bir iki görüsmeye katilmak, bir iki oy vermekten sinirli bir hayat zaten dönüstürücü olamaz. Sendikalar kendi ev ödevlerini yapabilir ve asagida canli dinamik, kolektif bir örgütlenme formu gelistirebilirse, baska meselelere dönük isçi sinifinin basincini çok daha fazla görürüz zaten.


SOSYAL PATLAMALARA HAZIRLIKLI OLMALIYIZ

Yakin dönemde asilacaga benzemeyen kriz, isçi sinifi ve sol için ne gibi “firsatlar” tasiyor?
Kapitalist krizin uzun dönemli siyasal, sosyal etkilerinin olacagini ve uluslararasi düzeyde burjuva siyasal düzenini kirilganlastiracagini unutmamamiz gerekiyor. Son 3 senedir dünya ölçeginde beklenmedik kitlesellikte, yogunlukta, militanlikta bir mücadeleler dalgasi ile karsi karsiyayiz. Burjuva siyasal düzenin bu kadar kirilganlastigi bir dönemde, hem dünyada hem ülkemizde düne kadar beklenmedik sosyal siyasal patlamalara hazirlikli olmaliyiz. Güçler dengesinde çok radikal bir degisim olmus degil.
Ama moral güçler dengesinde bir degisim var. Kimse artik isçi sinifinin varligini yoklugunu tartisma cüretini ve cesaretini gösteremez. Kimse artik neoliberalizmin toplumsal iliskileri düzenlemenin en yetkin, en anlamli, en “tarihten zaferle çikmis” yöntem oldugu söylemi ve iddiasinda degil. Sermayenin ana temsilcileri bile. Dolayisiyla sol en azindan sosyal mücadele anlaminda, moral ve entelektüel düzeyde yeniden geri dönüyor. Bunun farkinda olmaliyiz. 10 yil önceki yenilgiler çaginda degiliz. Yeniden yenilebiliriz. Hala saldiri altindayiz ama bu moral güç dengesindeki degisimin de farkinda olmamiz gerekiyor.


SOL, MESELEYE KONJONKTÜREL YAKLASIYOR

Sendikal hareketin degisip dönüsmesinde sol nerede duruyor?
Solun tarihsel sürecin getirdigi zorluklarin, sikintilarin ciddi bir degerlendirmesi üzerinden bütünlüklü bir müdahalede bulunmasi gerekiyor. Stratejik bir tasariminin olmasi gerekiyor. Ama sol maalesef emek hareketinin yeniden insasina dönük örgütsel formlar, mücadele biçimleri gelistirmek, bunun nüvelerini yaratmak yerine çok kisitli konjonktürel yerden yaklasiyor. Bir dizi yeni parti kurma girisimleri, yeni sol girisimler oluyor. Bütün bunlarin problemi, sosyalist hareketin yeniden insasi ile isçi sinifi hareketinin yeniden kurulusu arasinda bir köprü olusturamamasi. Hâlbuki sosyalist hareketin tanimlayici özelligi, alt siniflarin kendi kaderine sahip çikma mücadelesinden dogmasi. Bu mücadelenin adi aslinda sosyalizm. Dolayisiyla bunla arasindaki baglar kopmus bir solun, kendi uzatmali yenilgisinden de çikmasi mümkün degil. Bu gerilemeyi tersine çevirmek için emek alanindaki bütün kivilcimlari önemsemek ve bunlarin üzerine titremek zorundayiz. Bu kivilcimlarin devamini kiskirtmak gibi bir hedefle hareket etmemiz gerekiyor.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —